Hakkımda

Uzun yıllardır yalnız birinin hikayeleridir bunlar. Kendinizden birşeyler bulmanızı dilerim.

11 Temmuz 2012 Çarşamba

Silivri'ye Mektuplar -2-


Sevgili Mustafa Ağabey,
Bu size ikinci mektubum.
İlk mektubum ulaştı mı bilmiyorum. Ama eğer kendisi size ulaşabilme başarısını gösterdi ise bu ülkede hala umut var demektirJ Şöyle ki; mektubu bir çırpıda yazdım size ama göndermek ne yazık ki o kadar kolay olmadı. Öncelikle çalışan bir kişi olduğum için iş yerinden “postaneye” diye izin alamadım. Yalnız yaşadığım için evdeki diğer kişilerden de yardım isteme gibi şansım yok. Tam da haftasonu gelmişti, dedim ki İzmir’den annemin yanına yazlığa gideyim, annem ve arkadaşları Atatürkçü’dür, onlar benim yerime atıverirler. Götürdüm mektubu, bizim yazlık biraz sapa yerde, annem “ben gidemiyorum, götürecek arkadaşlar da yok ama bekçiye attırayım en kötü ihtimal ama bir şekilde atarım” dedi. “Olur mu hiç mektup hemen gitmeli” dedim. Zaten zaman kaybetmişim yazmak için bu kadar sene, daha fazla bekletemem Mustafa Ağabey’i… Neyse bekçiye güvenemedim. Malum üzerinde sizin isminiz yazacak, olur olur, başka görüşten olmanın verdiği güvenle yırtıverir.. Aldım geldim tekrar İzmir’e.. Vakti müsait arkadaşları, komşuyu, alt kattaki dükkandaki amcayı bile düşündüm, güvensem görüşüne hemen vereceğim mektubu ama  bir türlü emin olamıyorum. Neyse kara kara düşünürken çalıştığıım şirketten bir arkadaşıma rica ettim, o genelde dışarda olur, atabilir. Ama ne yazık ki o atmaması ihtimaline çokça inandığım biri. Oturdum ona açıkladım, “bak canım arkadaşım, her ne kadar tasvip etmesen de bu mektuba saygı göstermen gerekir, ben bunu göndermek istiyorum ama eğer yırtıp atacaksan ve okuyacaksan ne olur dürüst davran baştan alma mektubu” dedim. Neyse hayatımda ilk defa beni şaşırtan bir yanıt verdi J ve kabul etti. Hatta iadeli taahhütlü attık ki kendisi ona olan güvensizliğimden dolayı aklansın hem de benim elimde belge olsun diye… Aslına bakarsanız, şu basit mektubun bile gönderilmesi bile bu ülkede insanları rahatsız edebiliyor. Öte yandan mektubu göndermek için konuştuğum her kişi bana “fişleniyorsun, yakında seni de oraya alırlar” şeklinde uyarıda da bulundu. “İleri” demokrasimizin durumu bir korku imparatorluğudur , budur işte.
Uzun bir girizgahtan sonra gelelim yazdıklarınız karşısında uzun uzun düşünmekten ve biraz da zaman darlığından bir haftadır bitiremediğim kitabınıza… “Gülümsemek Direnmektir.” Hala düşünüyorum açıkçası Zulümhane- Silivri Toplama Kampı’ndan neden bu kadar etkilenmedim de bundan etkilendim diye… Sanırım kitaba eklediğiniz resimler büyük etken. Bu arada kitabınızda, size gelen mektuplardan söz etmişsiniz. Kimisi “beni tanımıyorsunuz” diye başlıyor, “kimisi 40 yıllık arkadaş gibi yazıyor” diye. Baktım ben de öyle başlamışım, yani “beni tanımıyorsunuz” diye değil… Demiştim ya, aramızdaki bağ kuvvetli, tanımadığınızı düşünmemişim bile bu sebeple. Hani Kayahan der ya, “yolu sevgiden geçen herkesle birgün bir yerde..” diye… O hesap işte…
Başbakana yazdığınız mektupları da okudum. Buna istinaden -okumuşsunuzdur ama yine de yazmak istedim- Ahmet Hakan’ın 12/6/12 tarihli Hürriyet’teki yazısı  :

-  Dava tarihi: 31 Ağustos 2000...
-  Davayı açan: DGM... (Özel Yetkili Mahkemeler’in önceki hali).
-  Suçlanan kişi: Fethullah Gülen...
-  Savcı: Nuh Mete Yüksel.
-  Suçlama: Laik devlet yapısını değiştirerek yerine dini kurallara dayalı bir devlet kurmak amacıyla yasadışı örgüt kurup bu amaç doğrultusunda faaliyetlerde bulunmak.
-  Deliller: Kitaplar, kasetler, bilgisayar çıktıları, televizyon haberleri...
Bu davadan beraat etti Fethullah Gülen...
Nasıl mı beraat etti?
Nefis bir savunma metniyle...
* * *
İşte o savunma metninden bazı cümleler:
-  Kitap, kaset gibi yazılı ve görsel eserlerdeki düşünceler ile sosyal faaliyetler, yani düşünce  ve inançlar suçlama konusu yapılamaz.
-  Bir kimse hakkında düzenlenen iddianamede somut delillerin ortaya konması gerekir. İddianamedeki isnatlar soyut değerlendirmelerdir.
-  Masumluk karinesi çok önemlidir. Hiç kimse kesinleşmiş yargı kararı olmadan suçlu ilan edilemez.
Şüphe altındaki kişiye yönelik suçlayıcı yayın, tutum ve kişilik haklarını ihlal edici davranışlar hukuka aykırıdır.
-  Üzerinde bazı teknik işlemler yapılarak sanığın çeşitli konuşmalarının tahrif edilmesiyle oluşturulan kasetler hukuka uygun delil kabul edilemezler.
-  Eğer kasetlerdeki konuşmalar özel sohbet ortamlarında yapılmışsa aleniyetin varlığından söz edilemez.
-  Kimliği belirsiz kişilerin hangi yöntem ve amaçla elde ettikleri belli olmayan bazı kasetlerin çeşitli tahrifatlar yoluyla kolaj metinler oluşturularak dava dosyasına sokulması hukuka uygun delil toplama usullerinden değildir.
-  Ses veya görüntü bantları manyetik kayıtlardır. Günümüzün teknik imkânlarında bunların üzerinde çok kolay tahrifat yapılabilmektedir.
-  Bilgisayar çıktıları kolaylıkla değiştirilebilir. Dosyada yer alan bilgiler ışığında bu verilerin kesinlikle dokunulmadan korunduğu ve tahrif edilmediği söylenemez. Ceza muhakemesinin en önemli ilkelerinden biri olan ‘şüpheden sanık yararlanır’ ilkesi gereğince, bu konuda küçük bir şüphe dahi bulunsa mahkeme bunları delil olarak kullanamaz.
Yorum yapmayıp sadece şu soruyu sormakla yetiniyorum:
Nasıl? Gerçekten de şahane değil mi?
**
NOT: Gülen’in savunmasına göz atmayı akıl eden gazeteci “T-24” adlı internet sitesinden Doğan Akın’dır. Siteye girerseniz Gülen’in savunma metninin daha geniş bir özetini okuyabilirsiniz.

Öncelikle Fethullah Gülen’in bu metninden çok daha derinlemesine ve defalarca anlatmanıza rağmen neden “şahane” bir savunma icabı salıverilmiyorsunuz? Gerçekten çok merak ediyorum… Daha da fazlası, bu ülkede başbakanımız dahil son günlerde Mehmet Ağar bile cezaevini kendi seçiyor, çeşitli tadilatlar yaptırıyor. Ama bunları daha fazla örneklendirmek adaleti sorgulamak olur ki, bunu şu durumda yaparsak, inancımızı yitirebiliriz. Oysa ki belki de istenen bu. O yüzden, lütfen  :

Sakın ama sakın inancınızı yitirmeyin !
Sakın o güzel aklınızı bizden mahrum etmeyin !
Sakın o zeki espri anlayışınızı yok etmeyin !
Sakın en masum direniş olan gülümsemenizi bulutlar ardına itmeyin !

Biliyorum hiç kolay değil. Bir an kendimi sizin yerinize koyduğumda kanım donuyor, değil ki kaç günleri, ayları, yılları orada geçirmek… Ama dikenler içinde gülü görmek gerek. Bugünlerden geçerek bağımsız olmak, yeniden doğmak.. Çıktığınız gün İzmir yollarınıza güller serecekJ

Başarmak için ilk önce bir birey olarak kendiniz, eğer kendinizi boşverdiyseniz bile önce size bu karateri veren anneniz ve babanız, onu da bırakın vefalı eşiniz ve dünyalar güzeli iki çocuğunuz, hepsini geçin sade birer vatandaş olarak bizler için direnmek, iyi ve sağlıklı olmak zorundasınız…

Cümlelerime, kötü zamanlarımda ruhuma enerji içeceği etkisi yaptıran iki şiirle son vermek istiyorum. Umarım size de iyi gelir.

Çıkacağınıza dair en içten umutlarımla ve güzel günler göreceğimize olan inancımla...

   

BOŞVER BE YAŞI BAŞI

Boşver be yaşı başı…
Gönlün ne kadar şık sen ondan haber ver !
Şöyle atıp koyu grileri – siyahları sabahtan,
Sarı bir kaşkol atabiliyor musun boynuna, ondan haber ver !
Koyma bir kenara yüreğini, aç kapılarını,
Gelene geçene yol verme girsin diye içeri ama
Gömme başını toprağa bir çift güzel göz uğruna.
Bilirim yine yeşerecek bir çiçek bulursun bir dalda.
Ama aklını kaybedecek bir aşk varsa avuçlarında,
Bırak aksın yollarına.
Yağ geç, yık geç, kimse inanmazsa inanmasın,
Sen inan yüreğine…
Hem ona inanmazsan kime geçer sözün?
Büyü, büyü…
Bak ellerin, ayakların kocaman,
Aklın da maşallah yerinde,
Eee ne diye tutarsın yüreğini uçmasın diye?
Akıllı ol, yüreğin gelir peşinden,
Boşver be yaşı başı, aşk var mı aşk sen ondan haber ver !
Takılmışsın yüzündeki, gözündeki çizgilere.
O çizgilerin yüreğine neler kazıdığını düşün.
Atmak mı istiyorsun kendini bir dereye soğukbir kış günü,
Öl gitsin !
Parayı pulu savurup bir balıkçı köyünde balık tutmak mıdır istediğin,
Savrul gitsin !
Boşver be yaşı başı, kim tutar seni kim?
Kendi yüreğinden başka kim?
Aklını da al öyle git,
İster bir duvara, ister bir odaya, ister kıra bayıra vur da git.
Dert etme elleri, onlar da gelir seninle bırakmadıkça birine…
O biri de gelir gerçekten istediğin oysa,
Seveceksen ve öleceksen uğruna…
Yaşa be yaşa da öyle gir direceksen toğrağa…
Yaş 70’e gelse bile iş bitmemiş sen mi biteceksin?
Çekeceksen bile bayrağı,
“Yaşadım ulan dibine kadar” diyemeyecek misin?

 Can Yücel
  ________________________________________________________________________
 
Adam Olmak - Rudyard KİPLİNG....
Çevrende herkes şaşırsa bunu da senden bilse
Sen aklı başında kalabilirsen eğer
Herkes senden kuşku duyarken hem kuşkuya yer bırakır
Hem kendine güvenebilirsen eğer

Bekleyebilirsen usanmadan
Yalanla karşılık vermezsen yalana
Kendini evliya sanmadan
Kin tutmayabilirsen kin tutana

Düşlere kapılmadan düş kurabilir
Yolunu saptırmadan düşünebilirsen eğer
Ne kazandım diye sevinir
Ne yıkıldım diye yerinir
İkisini de önem vermeyebilirsen eğer

Söylediğin doğruyu ve gerçeği büken düzenbaz
Kandırabilir diye safları dert edinmezsen
Ömür verdiğin işler bozulsa da yılmaz ve
Yeniden koyulabilirsen işe

Döküp ortaya varını yoğunu
Bir yazı turada yitirsen bile
Yitirdiklerini dolamaksızın diline
Baştan tutabilirsen yolunu

Yüreğine, sinirine “dayan” diyecek
Direncinden başka şeyin kalmasa da
Herkesin bırakıp gittiği noktaya
Sen dayanabilirsen “tek”

Herkesle düşüp kalkıp yine de erdemli kalabilirsen
Unutmayabilirsen halkı krallarla gezerken
Dost da düşmanda incitemezse seni
Ne küçümser ne de büyültürsen çevreni

Her saatin her dakikasına
Emeğini katarsan alın terine
Hakçasına bölüşürsen vicdanındaki adaleti
Korktuğun yerde el öpmez,
Hükümran olduğun yerde ezmezsen…
Her şeyiyle dünya önüne serilir,
Üstelik oğlum “adam oldun” demektir !


Rudyard KİPLİNG


Hiç yorum yok: