Sevgili Mustafa Ağabey,
Size ağabey demem şart çünkü biz aynı yolda yürüyen Mustafa
Kemal Atatürk neferleri olarak kardeş sayılırız, sayılmalıyız ! Ayrıca nerede
doğdunuzu bilmiyorum ama Nazilli’de yaşadığınız ve anne-babanızın hala orada
olması nedeniyle hemşehriyiz de. Açıkçası Aydın’dan sizin gibi bir “aydın”
gazetecinin çıkması benim için çok büyük onurdur. Artık Aydın’da değil İzmir’de yaşıyoruz.
AKP’nin alamadığı tek yer ! O kadar mutluyum ki, vekilimsiniz de aynı zamanda… Ne
kadar çok hayatımdasınız değil mi?
Sizi elimden geldiğince takip etmeye çalışıyorum ama en
yakın bağımızı 2000-2003 yılları arasında kurduk bana göre, siz farkında
olmasanız daJ
Zira bu tarihlerde Dokuz Eylül Üni.’de okurken Cumhuriyet’in
üniversiteler için başlatmış olduğu ucuz gazete uygulamasından yararlanma
imkanı bulmuştum, yoksa bir öğrenci olarak her gün cumhuriyet almaya paramız
yetmiyordu. O günlerden bu yana aldığım hiçbir Cumhuriyet gazetesini atmadım,
atamam, onlar benim için tarihi bir belgedir, evde hala arşivde tutuyorum. Şimdi
bana diyeceksiniz ki, madem bu kadar yakındınız bana, “neden bu kadar geç
mektup yazdınız?” Açıkçası son kitabınız gülümsemek direnmektir’i okuyana kadar
size mektup yazabileceğimi düşünmemişim. Ne tuhaf değil mi? Hızla gelişen
teknoloji sadece e-mail ve telefon gibi dayatmaları aklıma sokmuş, mektubun o
yakınlığını unutuvermişim. Ama olsun, hatırladım neyse ki. Öyle sevindim ki,
size satırlarımla ulaşma imkanı bulunca… Bugüne kadar hep siz cümlelerinizle
bana ulaştınız, şimdi sıra bende… Umarım bu yazılarım içerde yalnız
olmadığınızı bir nebze olsun hissettirir size.. Siz orada yalnız gibi dursanız
da, unutmayın ki benim burada sizin, Tuncay Özkan için, Soner Yalçın için
kanayan bir yüreğim var. Kanamayı nerede ilk hissettim? Hatırlarsanız çok
saygıdeğer Emin Çölaşan bey ile ART’de pazar günleri bir siyaset programı
yapıyordunuz, o programlar ne zevkliydi bir bilseniz… Çölaşan ağabey de ayrı
bir yürek yarasıdır aslında. Onurun diğer adıdır kendisi… O programlar
esnasında Ergenekon için ilk ifade verip içeride kalmıştınız o zaman içim “cız”
etti, “gitti” dedim… Ama sonra çıkmıştınız. Hatta ART sizin kanala gelişinizi
vermişti, o zaman ayakta izlemiştim, “yaşasın Balbay çıktı, döndü” diye… İçim
bayram sevinci ile dolmuştu… Sonra tekrar alındınız ve sizi hayalimizde
canlandırmaya çalışırken neyse ki Gülümsemek Direnmektir’in ardına koyduğunuz
resimleri gördüm. Hani derler ya, bir resim bin sözcüğe bedel diye… İşte aynen
öyle. Nasıl yandı yüreğim, nasıl doldu gözlerim, nasıl ağladım bilemezsiniz… O
haksızlık sadece size değil bize de yapıldı Mustafa Ağabey… Kızınız ve
oğlunuzla olan kucaklaşmalarınız, çalışma masanız, gözlüğünüz, kitaplarınız,
hatta minderiniz bile bana orayı net canlandırma fikri verdi. Birden giriverdim
oraya, geliverdim yanınıza… (Aydın şivesini özlemişsinizdirJ)
Çok geveze biriyimdir, sizin değerli vaktinizi aldığım için
özür dilerim. Umarım bu mektup sansüre vs.. takılmadan size ulaşabilir. Eğer
ulaşırsa bir şarkı söyleyiverin o güzel sesinizle göklere doğru :
Başın öne eğilmesin aldırma gönül aldırma..
Ağladığın duyulmasın, aldırma gönül aldırma…
Dertlerin kalkınca şaha, bir sitem yolla allaha…
Görecek günler var daha.. gönül aldırma…
GÖREMESEN BİLE DENİZİ, YUKARIYA ÇEVİR YÜZÜ…
DENİZ GİBİDİR GÖKYÜZÜ, GÖNÜL ALDIRMA…
Söyleyenecek söz çok aslında ama hiç de yok.. Aklıma ne
gelirse bir anlam bütünlüğü olmadan yazıyorum, kusura bakmayın, daldan dala
atlıyorum… Henüz kitabı bitirmedim aslında bitirince yazmak istedim size ama
zaman kaybetmek de istemedim. Bundan sonra fırsat buldukça yazacağım size.
Kitabın ilk yarısına geldim dedim ya, orada mevsim
sebzelerinden ve aylık gazetelerden bahsetmişsiniz. Aklıma nasıl geçindiğiniz
geldi. Eşiniz çalışıyor mu bilmiyorum ya da cumhuriyet size maaş veriyor mu?
Özel sorular bunlar haddimi aştıysam tekrar kusura bakmayın ama bu ülkede
Rahşan Ecevit bile gümüşlerini bozdurmak zorunda kalıp hayat mücadelesi verdi,
sizin de başınızda olabilir. Ülkemiz her ne kadar kişi başına düşen milli gelir
1000 USD’ler ile ifade edilse ve enflasyon tek haneli ya da eksi çıksa da… Hani
ART’de programda diyordunuz ya, bu ay çivi yedim, matkap ucu aldım, karnım bir
doydu, bir doydu diyeJ Bütçemiz fazla değil ama en azından
bir aylık sebze masrafınızı karşılasak bile kar kardır. Size kabul ederseniz
nasıl yardım ulaştırabilirim? Ne yer ne içersiniz? Deniz börülcesi, semiz otu
çok özlemişsinizdir, göndersek alabilir misiniz? Sigara içer misiniz? Bir
resminizde gördüm, masada paket var, isterseniz bir karton sigara göndereyim?
Onlara mektup yazana kadar zaman geçebilir belki, görüşme imkanınız varsa, Soner
Yalçın’a, Tuncay Özkana çok selamlarımı iletin. Dışarda bir bekleyenleri daha
var. Zaten çıkmazsanız, birgün hepimiz Silivri’de buluşacağız, her halükarda
vuslat var yani, umut var, kavuşma ve beraberlik varJ
Ne demiştiniz, “kapitalizm gölgesini satamadığı ağacı
keser”. Soner Yalçın, Tuncay Özkan, siz ve sizin gibiler bizim için
kapitalizmin kesmeye, kurutmaya çalıştığı ağaç.. Biz o ağaçları “kurumasın”,
“kesmesinler” diye sulamak zorundayız nefes almak için, boynumuzun borcu ! “Bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi
kardeşçesine” birlikte yaşadığımız ve yaşayacağımız zamanlarda :
Yaptıklarınız…
Yapmadıklarınız…
Yazdıklarınız…
Yazmadıklarınız…
Kazandırdıklarınız…
Satmadıklarınız….
için
bir vatandaş olarak teşekkür borcumdur. Kabul etmeniz dileğiyle…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder