Sevgili Mustafa Ağabey,
Bu size ikinci mektubum.
İlk mektubum ulaştı mı bilmiyorum. Ama eğer kendisi size ulaşabilme
başarısını gösterdi ise bu ülkede hala umut var demektirJ Şöyle ki; mektubu bir çırpıda yazdım
size ama göndermek ne yazık ki o kadar kolay olmadı. Öncelikle çalışan bir kişi
olduğum için iş yerinden “postaneye” diye izin alamadım. Yalnız yaşadığım için
evdeki diğer kişilerden de yardım isteme gibi şansım yok. Tam da haftasonu
gelmişti, dedim ki İzmir’den annemin yanına yazlığa gideyim, annem ve
arkadaşları Atatürkçü’dür, onlar benim yerime atıverirler. Götürdüm mektubu,
bizim yazlık biraz sapa yerde, annem “ben gidemiyorum, götürecek arkadaşlar da
yok ama bekçiye attırayım en kötü ihtimal ama bir şekilde atarım” dedi. “Olur
mu hiç mektup hemen gitmeli” dedim. Zaten zaman kaybetmişim yazmak için bu
kadar sene, daha fazla bekletemem Mustafa Ağabey’i… Neyse bekçiye güvenemedim.
Malum üzerinde sizin isminiz yazacak, olur olur, başka görüşten olmanın verdiği
güvenle yırtıverir.. Aldım geldim tekrar İzmir’e.. Vakti müsait arkadaşları,
komşuyu, alt kattaki dükkandaki amcayı bile düşündüm, güvensem görüşüne hemen
vereceğim mektubu ama bir türlü emin
olamıyorum. Neyse kara kara düşünürken çalıştığıım şirketten bir arkadaşıma
rica ettim, o genelde dışarda olur, atabilir. Ama ne yazık ki o atmaması
ihtimaline çokça inandığım biri. Oturdum ona açıkladım, “bak canım arkadaşım,
her ne kadar tasvip etmesen de bu mektuba saygı göstermen gerekir, ben bunu
göndermek istiyorum ama eğer yırtıp atacaksan ve okuyacaksan ne olur dürüst
davran baştan alma mektubu” dedim. Neyse hayatımda ilk defa beni şaşırtan bir
yanıt verdi J
ve kabul etti. Hatta iadeli taahhütlü attık ki kendisi ona olan
güvensizliğimden dolayı aklansın hem de benim elimde belge olsun diye… Aslına
bakarsanız, şu basit mektubun bile gönderilmesi bile bu ülkede insanları
rahatsız edebiliyor. Öte yandan mektubu göndermek için konuştuğum her kişi bana
“fişleniyorsun, yakında seni de oraya alırlar” şeklinde uyarıda da bulundu. “İleri”
demokrasimizin durumu bir korku imparatorluğudur , budur işte.
Uzun bir girizgahtan sonra gelelim yazdıklarınız karşısında uzun uzun
düşünmekten ve biraz da zaman darlığından bir haftadır bitiremediğim
kitabınıza… “Gülümsemek Direnmektir.” Hala düşünüyorum açıkçası Zulümhane-
Silivri Toplama Kampı’ndan neden bu kadar etkilenmedim de bundan etkilendim
diye… Sanırım kitaba eklediğiniz resimler büyük etken. Bu arada kitabınızda, size
gelen mektuplardan söz etmişsiniz. Kimisi “beni tanımıyorsunuz” diye başlıyor, “kimisi
40 yıllık arkadaş gibi yazıyor” diye. Baktım ben de öyle başlamışım, yani “beni
tanımıyorsunuz” diye değil… Demiştim ya, aramızdaki bağ kuvvetli,
tanımadığınızı düşünmemişim bile bu sebeple. Hani Kayahan der ya, “yolu
sevgiden geçen herkesle birgün bir yerde..” diye… O hesap işte…
Başbakana yazdığınız mektupları da okudum. Buna istinaden -okumuşsunuzdur
ama yine de yazmak istedim- Ahmet Hakan’ın 12/6/12 tarihli Hürriyet’teki yazısı :
- Dava tarihi: 31 Ağustos 2000...
- Davayı açan: DGM... (Özel Yetkili Mahkemeler’in önceki
hali).
- Suçlanan kişi: Fethullah Gülen...
- Savcı: Nuh Mete Yüksel.
- Suçlama: Laik devlet yapısını değiştirerek yerine dini
kurallara dayalı bir devlet kurmak amacıyla yasadışı örgüt kurup bu amaç
doğrultusunda faaliyetlerde bulunmak.
- Deliller: Kitaplar, kasetler, bilgisayar çıktıları,
televizyon haberleri...
Bu davadan beraat etti Fethullah Gülen...
Nasıl mı beraat etti?
Nefis bir savunma metniyle...
* * *
İşte o savunma metninden bazı cümleler:
-
Kitap, kaset gibi yazılı ve görsel eserlerdeki düşünceler ile sosyal
faaliyetler, yani düşünce ve inançlar
suçlama konusu yapılamaz.
- Bir
kimse hakkında düzenlenen iddianamede somut delillerin ortaya konması gerekir.
İddianamedeki isnatlar soyut değerlendirmelerdir.
-
Masumluk karinesi çok önemlidir. Hiç kimse kesinleşmiş yargı kararı olmadan
suçlu ilan edilemez.
- Şüphe altındaki
kişiye yönelik suçlayıcı yayın, tutum ve kişilik haklarını ihlal edici
davranışlar hukuka aykırıdır.
- Üzerinde bazı teknik işlemler yapılarak sanığın çeşitli
konuşmalarının tahrif edilmesiyle oluşturulan kasetler hukuka uygun delil kabul
edilemezler.
- Eğer kasetlerdeki konuşmalar özel sohbet ortamlarında
yapılmışsa aleniyetin varlığından söz edilemez.
- Kimliği belirsiz kişilerin hangi yöntem ve amaçla elde
ettikleri belli olmayan bazı kasetlerin çeşitli tahrifatlar yoluyla kolaj
metinler oluşturularak dava dosyasına sokulması hukuka uygun delil toplama
usullerinden değildir.
- Ses veya görüntü bantları manyetik kayıtlardır. Günümüzün
teknik imkânlarında bunların üzerinde çok kolay tahrifat yapılabilmektedir.
-
Bilgisayar çıktıları kolaylıkla değiştirilebilir. Dosyada yer alan bilgiler
ışığında bu verilerin kesinlikle dokunulmadan korunduğu ve tahrif edilmediği
söylenemez. Ceza muhakemesinin en önemli ilkelerinden biri olan ‘şüpheden sanık
yararlanır’ ilkesi gereğince, bu konuda küçük bir şüphe dahi bulunsa mahkeme
bunları delil olarak kullanamaz.
Yorum yapmayıp sadece şu soruyu sormakla yetiniyorum:
Nasıl? Gerçekten de şahane değil mi?
**
NOT: Gülen’in savunmasına göz atmayı akıl eden gazeteci “T-24” adlı internet sitesinden
Doğan Akın’dır. Siteye girerseniz Gülen’in savunma metninin daha geniş bir
özetini okuyabilirsiniz.
Öncelikle
Fethullah Gülen’in bu metninden çok daha derinlemesine ve defalarca anlatmanıza
rağmen neden “şahane” bir savunma
icabı salıverilmiyorsunuz? Gerçekten çok merak ediyorum… Daha da fazlası, bu
ülkede başbakanımız dahil son günlerde Mehmet Ağar bile cezaevini kendi
seçiyor, çeşitli tadilatlar yaptırıyor. Ama bunları daha fazla örneklendirmek
adaleti sorgulamak olur ki, bunu şu durumda yaparsak, inancımızı yitirebiliriz.
Oysa ki belki de istenen bu. O yüzden, lütfen
:
Sakın ama
sakın inancınızı yitirmeyin !
Sakın o güzel
aklınızı bizden mahrum etmeyin !
Sakın o zeki
espri anlayışınızı yok etmeyin !
Sakın en masum
direniş olan gülümsemenizi bulutlar ardına itmeyin !
Biliyorum hiç
kolay değil. Bir an kendimi sizin yerinize koyduğumda kanım donuyor, değil ki
kaç günleri, ayları, yılları orada geçirmek… Ama dikenler içinde gülü görmek
gerek. Bugünlerden geçerek bağımsız olmak, yeniden doğmak.. Çıktığınız gün
İzmir yollarınıza güller serecekJ
Başarmak için
ilk önce bir birey olarak kendiniz, eğer kendinizi boşverdiyseniz bile önce
size bu karateri veren anneniz ve babanız, onu da bırakın vefalı eşiniz ve
dünyalar güzeli iki çocuğunuz, hepsini geçin sade birer vatandaş olarak bizler
için direnmek, iyi ve sağlıklı olmak zorundasınız…
Cümlelerime,
kötü zamanlarımda ruhuma enerji içeceği etkisi yaptıran iki şiirle son vermek
istiyorum. Umarım size de iyi gelir.
Çıkacağınıza
dair en içten umutlarımla ve güzel günler göreceğimize olan inancımla...
BOŞVER BE YAŞI BAŞI
Boşver be yaşı başı…
Gönlün ne kadar şık sen
ondan haber ver !
Şöyle atıp koyu grileri –
siyahları sabahtan,
Sarı bir kaşkol atabiliyor
musun boynuna, ondan haber ver !
Koyma bir kenara yüreğini,
aç kapılarını,
Gelene geçene yol verme
girsin diye içeri ama
Gömme başını toprağa bir
çift güzel göz uğruna.
Bilirim yine yeşerecek bir
çiçek bulursun bir dalda.
Ama aklını kaybedecek bir
aşk varsa avuçlarında,
Bırak aksın yollarına.
Yağ geç, yık geç, kimse
inanmazsa inanmasın,
Sen inan yüreğine…
Hem ona inanmazsan kime
geçer sözün?
Büyü, büyü…
Bak ellerin, ayakların
kocaman,
Aklın da maşallah yerinde,
Eee ne diye tutarsın
yüreğini uçmasın diye?
Akıllı ol, yüreğin gelir
peşinden,
Boşver be yaşı başı, aşk
var mı aşk sen ondan haber ver !
Takılmışsın yüzündeki,
gözündeki çizgilere.
O çizgilerin yüreğine
neler kazıdığını düşün.
Atmak mı istiyorsun
kendini bir dereye soğukbir kış günü,
Öl gitsin !
Parayı pulu savurup bir
balıkçı köyünde balık tutmak mıdır istediğin,
Savrul gitsin !
Boşver be yaşı başı, kim
tutar seni kim?
Kendi yüreğinden başka
kim?
Aklını da al öyle git,
İster bir duvara, ister
bir odaya, ister kıra bayıra vur da git.
Dert etme elleri, onlar da
gelir seninle bırakmadıkça birine…
O biri de gelir gerçekten
istediğin oysa,
Seveceksen ve öleceksen
uğruna…
Yaşa be yaşa da öyle gir
direceksen toğrağa…
Yaş 70’e gelse bile iş
bitmemiş sen mi biteceksin?
Çekeceksen bile bayrağı,
“Yaşadım ulan dibine kadar”
diyemeyecek misin?
Can Yücel
________________________________________________________________________
Adam
Olmak - Rudyard KİPLİNG....
Çevrende herkes şaşırsa bunu da senden
bilse
Sen aklı başında kalabilirsen eğer
Herkes senden kuşku duyarken hem kuşkuya yer bırakır
Hem kendine güvenebilirsen eğer
Bekleyebilirsen usanmadan
Yalanla karşılık vermezsen yalana
Kendini evliya sanmadan
Kin tutmayabilirsen kin tutana
Düşlere kapılmadan düş kurabilir
Yolunu saptırmadan düşünebilirsen eğer
Ne kazandım diye sevinir
Ne yıkıldım diye yerinir
İkisini de önem vermeyebilirsen eğer
Söylediğin doğruyu ve gerçeği büken düzenbaz
Kandırabilir diye safları dert edinmezsen
Ömür verdiğin işler bozulsa da yılmaz ve
Yeniden koyulabilirsen işe
Döküp ortaya varını yoğunu
Bir yazı turada yitirsen bile
Yitirdiklerini dolamaksızın diline
Baştan tutabilirsen yolunu
Yüreğine, sinirine “dayan” diyecek
Direncinden başka şeyin kalmasa da
Herkesin bırakıp gittiği noktaya
Sen dayanabilirsen “tek”
Herkesle düşüp kalkıp yine de erdemli kalabilirsen
Unutmayabilirsen halkı krallarla gezerken
Dost da düşmanda incitemezse seni
Ne küçümser ne de büyültürsen çevreni
Her saatin her dakikasına
Emeğini katarsan alın terine
Hakçasına bölüşürsen vicdanındaki adaleti
Korktuğun yerde el öpmez,
Hükümran olduğun yerde ezmezsen…
Her şeyiyle dünya önüne serilir,
Üstelik oğlum “adam oldun” demektir !
Rudyard KİPLİNG
|
|