Hakkımda

Uzun yıllardır yalnız birinin hikayeleridir bunlar. Kendinizden birşeyler bulmanızı dilerim.

17 Aralık 2013 Salı

Kasım'da Aşk Başka mıdır?

İlk görüşte "yakışıklıymış" dediğim bir yüz.. Yüzün en belirgin yanı solcular gibi uzun, simsiyah bıyıklar... Kendimle ilgili en ufak bir beklenti olmadan nasılsa "yalnız değildir" yorumum ve ardından ait olduğumu düşündüğüm gruba geri dönüşüm... Onlarla yaşadığım zekadan yoksun ama komik anlar... Mantar toplarken geride kalışım, bizim grupta olmamasına rağmen grupların birleşmesi ve ardarda yürürken birkaç cümle edişimiz ve o cümlelerin bitmeyip sayfaları doldurması...Tanrı'nın adım adım beni ona yaklaştırışı... Tarih 24 Kasım..

O gün hemen telefonumu alması, planlar yapması, mide bulantım için ilaç bulması, bana bugüne kadar edilen en güzel iltifat: uzun zamandır bu kadar zeki bir kadın görmedim demesi. Güzellikten önce zekaya önem vermesi... Ardından mesajlar - mesajlar ve 27 Kasım'da ilk yemek...Bana öylece bakakalması... 4 Aralıkta ikinci yemeğimiz ve ardından sayısını hatırlayamayacağım buluşmalarımız...

Daha fazlasını düşünmeyecek kadar "bana öyle geliyordur"u kabullenmişken, ilgisini hep bir üst seviyeye taşımak için çırpınan bir yürek var şimdi yanımda. Yemek yapan, kitap okuyan, herşeyi bilen, son derece zeki bir erkek... İki kusuru var; espri yapmıyor, şakayı sevmiyor ayrıca da çok çalışıyor. Hatta çok çalışması nedeniyle yaptığımız planları bile uygulayamayıp iptal etmek zorunda kalıyoruz. Aslında çok sinirleniyorum bu duruma ama biliyorum ki elinde olan bir şey değil. O nedenle canını sıkmamak için susuyorum. Sabrediyorum, bu zor günlerin de sonu bir mutluluğa varacaktır diyorum. 

Bana kendimi uzun yıllardan sonra küçük bir çocuk gibi hissettiren bir erkek o...Üşüdüğüm anlarda atkısını bana bağlaması, yüzümü ellerinin arasına alıp sevmesi, elimi tutmak için bahaneler yaratışı, bana sarılması ve en önemlisi hesabı hiçbir zaman bana ödettirmeyecek kadar "ağa" oluşu... 

Aramızda sevgili olduğumuza dair bir konuşma geçmedi ama ben bu kadar olmasa da benzer durumları yaşayıp bağladığım ümitlerin "sana öyle gelmiş" sıyrılmalarıyla yıkılışına alışkın olduğumdan eski yaralarımın sızlamasıyla temkinli davranıyorum. Bana özel değil bunlar hep bana öyle geliyor, bir gün gidecek ve bu güzel anlar bitecek diye bakıyorum. Sanırım bundan dolayı da ruhsuz davranıyorum. Çünkü aşk yok sadece bir boşluk var.. Adının tam olarak ne olduğunu bilmediğim; sevgiye mi, sevi'ye mi, yoksa mantığa mı evrileceğini bilmediğim bir boşluk. Bu boşluk aynı zamanda uyku da kaçırıyor ve ben ne zaman uyuyamamaya başlasam aşık oluyorum.. Bu sefer ki "başka" mı bilmiyorum... 



21 Kasım 2013 Perşembe

Sakinleştirici

Bugün sanırım hayatımın en güzel iltifatını aldım.
Koskoca adamlar kavga ederken ettiğim laflar, "sakinleştirici mi kullanıyorsun da bu kadar rahatsın" dedirtti.
Bana hamlığımın farkına vardırıp pişirmeye çalışan mevlanama ve mevlama sonsuz teşekkürler.
Başarı sizindir...

Ziyan Sevdam

Onca sene karşına çıkan binbir türlü insan...
Onca aşk, onca heyecan, onca çırpınış... 
Sonra birden bire hayatının farkında olan bir çift göz... 
İlk kez hayatımda bir ikizler erkeği...
"Uzanmaya çalıştığın bir şey mi var?" deyip saniyede senin aklını okuması ardından emrivaki tavırları ile "o çanta en kısa zamanda alınacak" diye çıkışması...
Bu aralar hayatımda yine sürekli gülen bir surat, adı mustafa olan yeni bir yüz ve bir taksam mı, takmasam mı diye düşündüğüm bir çift "kanat" var sanırım. 
Bıraktım akışına....
Şarkıda dediği gibi nasılsa ben ölmem, bunu da atlatırım...



Eğdirmem başımı kimselere ama sana yerle bir oldum.
Giderim uzaklaşırım her zaman, ilk kez dönüp durdum.
Ağladım içime attım herşeyi biriktirdim.
Gecikmeli coştum taştım bu yüzden de duruldum.
Korkumdan bir kere bile seni aramadıysam.
Yönsüzüm sensiz, sebebi bir yere konamadıysam.
Unutmadım nedeni hiç bir aşka sığamadıysam.
Saygımdan biraz da seni unutmaya kıyamadıysam.
Ah delikanlıydı bir zamanlar içimde yangınların.
Hep başımı alıp gittiğimden ziyan sevdalarım.
Söylemem ben acılarımı hep içime içime anlatırım.
En acısı ölmüyor da insan ben bunu da atlatırım.

19 Kasım 2013 Salı

Farzet

Bu kez "son". Görücü usulü ile tanışıtırılmalarım 3 defa oldu. 
Hatta aslında 0 defa.. Fiili olarak kimseyle tanışmadım çünkü. 
Bu kadar salakları bulundu... 
Tanışmadan ortalıktan tüydüler. 
Bu seferki banka müdürü olacak kadar vasıfsız biri... 
Yok benim anlımda gerçekten salak yazıyo.... -S-A-L-A-K...

Diye düşünürken yine mesnevi yetişir imdada.. Kötü düşünceleri kovup her şerde bir hayır olduğuna inanarak kendimi evrenin sonsuz ve mükemmel akışına teslim ediyorum.
Mevlam neyler, neylerse güzel eyler...

Asla aşk her yerde bahar değil
Bizde ahh kışlara  hep gebe
Yar ısıtamadım gönlünü ısıtamadım kalbini
Bundan fazla
Anladım alışamadık biz bize 
Konuşamadık gözgöze
Bundan fazla

Farzet kapılıp biz delice aşk seline   
Farzet yaşadık doyduk güzele...

15 Kasım 2013 Cuma

Çok Yalnızım Nolur Dağılmayın La

Birden gelişen olaylar oldu mu hayatnızda...
Ağzınızdan düşünmeden çıkan sözle bağladınız mı kendinizi? 
Nasıl olduğunu anlamadan, hayatın akışına bıraktınız mı kaderinizi?
Akarken bir yandan mantıksızlığınıza şaşırıp diğer yandan tattınız mı huzurun zevkini?
Cevabı sadece bende evet değildir bunların. Bende bile kaçıncı evettir belki yalnızlığın yarattığı avuntuların...

O kadar yalnızım ki usta, olmayacak birine kendimi davet ettirdim. Ne ortak bir yanımız vardı, ne dengimdi... Birden gelişti... Kalktım trekkinge katıldım, çok eğlendiğim, güldüm, güvendim, inandım, bir iş için eve davet ettim, 6 kez ekildim. toplamda 3 hafta... 

6 kez bekledim. Anlımdaki "salak" yazısının görünür olduğunu unutarak...
En sonunda aynaya bakıp gördüm : "Salak" yazıyor S-A-L-A-K diye düşünürken sinirden kendimi harap edip içkiyle avunmaya çalışırken, gemileri yakıp köprülerini yıkıp "neden hep aynı son?" diye bu sefer isyan değil belki ama anlamaya çalışarak sorduğumda yanıtı Mesnevi'de buldum. Cevap yine yukarıdan, herşeye sonsuz hoşgörü ile yaklaşan yaradandan geldi, hem de hiç gecikmeden... 

.....Nasıl ki tohumu ekersiniz, filiz verir, başak olur, buğdaya döner ve o hali ile saklamayıp en verimli olduğu çağda biçersiniz, biz de öyle umutları yeşertiriz, en doruktayken de biçeriz.... Şimdi anladım neden her seferinde bu şekilde olduğunu.... Hayat bir oyun... Zevkin tadını almak için en mutlu olduğun anda acıya dönüşen bir oyun... Nasıl ki bizler buğdayları en verimli çağındayen biçiyorsak, doğa da bize aynısını yapıyor... 

Bunu anladıktan sonra içimdeki sinir geçti, kalktım zeytindalını uzattım. O yıktığım köprüleri kibarca tamire çalıştım.  O da hazırmış ki, aradı, yarı şaka yarı ciddi durumu toparladık. En zevkli yanı ise ona muhtaç olmamak için başkasına yaptırdığım işten dolayı hırslanıp "sökeceğim o sarkıtı" demesiydi... Çok hoşuma gitti... Yalnızlığın çaresi mi hoşuma giden yoksa frekans uyumu mu bilmiyorum.. Bildiğim tek şey; nolur dağılmayın çok yalnızım la:( 


26 Ağustos 2013 Pazartesi

Bir Daha Aynı Hevesler Yürünmeyen Yollar


2005, 2006... 

Nasıl geçti bilemem, ilk görüşte aşk, kandırılma, kanmaya zaten yatkın olma...
Her şeyi "bana" sanma, 
İlk aldanma,  ilk cesaret, ilk boşluk, ilk yakınlaşma, ilk yok sayma
İlk sigara, ilk rakı -sek-
İlk masa, ilk misafir, ilk şarkı...
İlk göz göregöre yalanlar...
İlk kendini yok sayıp ona inanmak için bahane bulma...
İlk geç kalışlar, ilk koşmalar, sonunda onun beklediği yollarda uçarcasına...
Bana hediye edilen bir çift kanat...
Çırpmaktan yorulan kanatlarım,
Yalanlarınla ürettiğin rüzgarların....
Gecenin bir yarısı telefonların
Taksiye binip gitmelerim...
İlk bende kalışların
İlk "birşey olsun lütfen" diye bekleyişlerim
İlk sabaha karşı ben uyurken gidişlerin
İlk seni, bulamayışlarım...
Bu şarkıyı söylerken bir daha aynı olmayacağını bilişim...

Bu şehirde buldum buğday ben buğday ellerini
Bu şehirde sevdim badem dillerini
Senle unuttum bütün ezberlerimi
Pişman değilim ama göçtüm kederden
Düşman değilim ama çöktüm erkenden

Bir daha yolları aynı hevesle yürür müyüm?
Kim bilir ne bekliyor kalır mıyım ölür müyüm?
Ne malum dünya gözüyle görür müyüm?

Tuhaf buluyorlar bu kaçak halimi
Seninle doldurdum yasak ihlalimi
Seninle kapattım aşk defterlerimi
Pişman değilim ama göçtüm kederden
Düşman değilim ama çöktüm erkenden

Bir daha yolları aynı hevesle yürür müyüm?
Kim bilir ne bekliyor kalır mıyım ölür müyüm?
Ne malum dünya gözüyle görür müyüm?

Arabanının içerisinde uzansam seni tutacak kadar yakınken, heykel kesilip birşey yapamayışım...
Güneş gözlüğün altından sabahın köründe "Lütfen görmeyeyim seni bir yerlerde" diye ağlamam... Senin sanki bana söylermişcesine radyonun sesini açman...

Olmadı sevgilim, ne aynı yolları bir daha aynı hevesle yürüdüm, ne taksilerde sana gelmek için süründüm, ne de yalanlara inanmak için bu kadar sömürüldüm...Hayat bir vurdu ki, ben kim olduğumu unuttum...


Tükenen Hevesler

Konu Meryem Uzerli... 

Malum, 4 ay kadar önce tükenmişlik sendromu ile ülkeyi terk edip vatanına dönmüş ve ardında bir dizi sansasyon bırakmıştı. İlk gidişinde bile kadına inanılmaz hayran oldum, asla ama asla haksız, eşşek yükü ile para alıyor, çalışacak tabii demedim, diyemedim. Garip bir şekilde bağ kurdum onunla, yaptıkları hep samimi geldi...

Tam konu bitti, kapandı derken Ayşe Arman'ın olay yaratacak röportajı yayımlandı ve gündeme ve bana bomba gibi düştü. Okurken gözlerimin dolduğu, içimin sıkıldığı ama "helal olsun meryem sana" dediğim, "avrupa avrupa" dediğim, "kendine güven" dediğim bir yazıydı. Neden bu kadar üzüldüm hiç tanımadığım birinin acısına? Neden bu kadar ben sandım yaşanılanı? Neden bu kadar destekledim gidişini? Neden bu kadar bravo dedim verdiği karara? Cevabı bilemem... Belki bağdan dolayı, belki geçmişteki paralellikten dolayı, herkesin bir "ıssız adam" vakasından dolayı... Ah biz kadınlar, hala bir yerleri saf kalanlar... Ah bu erkekler, hala av peşindeki hayvanlar....

Hep böyle değil mi? Hep bir popülarite, hep bir göz önündelik, hep bir iki yüzlülük, hep bir küçümseme, hep bir aşağılama....Aslında fiziki olarak beğenmeme ama çanta gibi yanında taşıma... Hep bir yetememe, hep bir yetişme...

Her kadının hayatında böylesi bir p.çin anısı var sanırım. Bir yerlerde duyduğum bir söz gibi, hayatı bir adam tarafından s.memiş kadın gerçek kadın değildir. Ya da bu tarz bir şeyler işte.... Benim hayatım ne Meryemin hayatı kadar ne de ıssız adamdaki Ada'nın hayatı kadar gerçek... Arada bir yerlerde kaldı benim hayatım. Sevgili bile olamadım. "Neden?" sorusunu hala sorarım....S..ildi mi ? Evet... Ama yatarak değil kandırılarak... Galiba benim bu coğrafyaya alışkın olmamım sebebi de bu... Yatmayacak kadar çakalım ama kanacak kadar aptal...Aradaki fark ne dersen? Galiba tecrübesizliğin verdiği cahillik ve ne idüğü belirsizlik.... Zaten görünen köyün kılavuz istememesi.... Oğuz da yaşadığım, Aydın'da yaşadığım bunların aynısı değildi de neydi? Hayatımın içine edildi, toparlayamadım kendimi, aşıkken bana öyle geliyormuş hikayesi ile kandırıldım... Her şeyi ben büyüttüm, ben yeşerttim ama olmazdı, olamazdı, bir açıklama bile yapılamazdı, o kadar önemsizdi çünkü yaşananlar... Bıraktım gittiler, zaten benim hiç değildiler.
Neydi eksik, neydi fazla,neydi aşk, neydi cefa çözemedim. Soramadım gururumdan, sadece kabullendim gidişleri, evet, bana öyle gelişleri.... Ardından  birer birer hepsi evlendiler, anlayamadım bu evli barklı erkek psikolojilerine geçişleri... Ben galiba her evlenenin, evlenmeden önceki son kezbanı oldum. Onlar evlendi evlendi gitti,kalan ben her seferinde bomboş eller, bomboş kalp, bomboş beyin... Öldüm mü, yok mu saydım bilmiyorum... Her ikisi de ömrün aşksız kalması değil mi?

Fondaki şarkı : Lale Devri

Çok geç kalmışız canım, vakit bu vakit değil...
Eski radyolar gibi çatıya saklanmış aşk...
Öyle sanmışız canım, artık ölümsüz değil...
Leyla ile Mecnun gibi çoktan masal olmuş aşk...

Lale Devri çocuklarıyız biz, zamanımız geçmiş
Aşk şarabından kim bilir en son hangi şanslı içmiş?
Ben derim utanma iftihar et, sevmeyenler utansın
Aşksızlığa mahkum edildiyse bu dünya yansın!!!



25 Ağustos 2013 Pazar

Silivri'ye Maktuplar -21-

Saygıdeğer vekilim ama öncesinde sevgili Balbayım...

Yeni yaşınızı kutlayarak başlamak istiyorum mektubuma. Unuttum zannetmeyin 8 Ağustos'u ancak duruşma ve karar kargaşası içerisinde (bir umut...) tahliye beklediğim için yazmadım. Yazamadım... Dedim ki "son mektup kısmet olmasın inşallah" ama yine yeniden bir mektupla karşınızdayım:)

Ardından sizin Sincan'a nakil isteğinizi okudum gazetelerden ve yeni adresinizin belli olması için bekledim, yazmadım. En nihayetinde eşinizin duyurduğu yeni adresinize kavuştum ve başladım yeni penceremizin inşaasına...(hani siz demiştiniz ya, her mektup hücreme yeni bir pencere inşaa ediyor diye, o hesap işte)

En ayrıntılı veren odatv'den okuduğuma göre sizin gecenin bir yarısı alıp Ankara'ya nakil etmişler. Tuncay Özkan'la hüzünlü bir vedalaşma ve 40 yıllık hatrı olan son Silivri kahvesini içmişsiniz. Yaşadığınız duyguları içimde hissetmeye, beynimde canlandırmaya çalışsam da çok zor, lütfen bunları bize yazın.. 5 sene önce uçakla getirildiğiniz İstanbul'dan, 5 sene sonra normal bir minibüs ile (cezaevi nakil aracı değilmiş duyduğumuz kadarı ile) hangi duygularla ayrıldınız? Aradaki Mustafa Balbay nasıl değişti, neler kattı kendine, giderken en çok neyi düşündünüz... Sadece bu dönüş yolculuğu bile başlı başına bir kitap olmaya değer... Dile kolay 5 sene... Betonlara baka baka eskittiğiniz zamandan sonra gözleriniz yeni yerleri gördü, nefesiniz bambaşka bir havaya karıştı, gülümsemeniz "merhaba angaraaa" dedi... Her gidişin bir dönüşü olacak, bu günlerin de bir çıkışı olacak. Hayat umut etmektir, hayat direnç göstermektir. Tıpkı gazeteniz Cumhuriyetin verdiği doğum günü ilanınızda olduğu gibi "Balbay; "direnmek" demektir." Biliyor musunuz, benim günlük sıkıntılarıma bile umut kaynağısınız. Bazen içinden çıkamadığım dertleri düşünürken şöyle diyorum: Balbay bu kadar aptallığa direniyorsa senin çektiğin ne ki, örnek alıp sen de direneceksin ! İşte böyle sizin meslekte, hiç tanımadığınız bir insanın hayatına model oluyorsunuz, düşüncelerine yön veriyorsunuz, yaşam tarzınızla umudun simgesi oluyorsunuz. Bir de şunu söylemeden geçemeyeceğim; hani siz bana mektupla cevap verdiniz ya, üstüne bir de kitapta benim mektubumu yayımladınız ya, arkadaşlar ve annem gözünde inanılmaz sükse yaptım, bana ölümsüz muamelesi yapıyorlar:) Bana yaşattığınız bu duygular için iyi ki varsınız derim ben, daha ne diyeyim:) 

Geçen sene ki doğum günü kutlamamı Ahmet Kaya'nın doğumgünü şarkısı ile yapmıştım hatırlarsınız... Bu seferkini Onur Akın ile yapıyorum... Melekler sizi korusun, yeni yaşınız kutlu olsun....

Bir umuttur yaşamak, bil,  seveceksin inadına
Yüreğin kan ağlasa da güleceksin inadına
Zindanlara düşsen bile, binlerce kez ölsen bile doğacaksın inadına...

Hayat budur umutlar çok, ne şüphe duy ne de kork
Öyle teslim olmak da yok, yeneceksin inadına...

İnadına inadına seveceksin inadına
Bir gün sen de konacaksın özgürlüğün kanadına...

Ve okumakta olduğum  Hapishane Şiirleri kitabından Ataol Behramoğlu sayfası...

Hapishanede Bir Sabah Türküsü 

Maltepe Askeri cezaevinin avlusunda
Sisler içindeki Büyükada`nın karşısında
Oturmuş yazarım bu şiiri

Eylül başlarında bir cumartesi sabahı
Lodos titretiyor ağaçları
Yağmur geceden yıkamış çiçekleri

Gökyüzü mavi,bulutlar beyaz
Ardından baharın geçti koca bir yaz
Hapisteyiz hala ve güzün ilk serinlikleri

Avlunun dört yanı dikenli teller
Tellerin gerisinde nöbetçiler bekler
Kapanır uykusuzluktan gözleri

On gündür çocuk sesi duymadım
Özledim `baba` deyişini kızımın
Özledim beni görünceki sevincini...

Hayatım benim, kırk yıllık hayatım
Seni başarabildiğimce dürüst yaşadım
İçim burada da pırıl pırıl şimdi

Geçer,güzelim, bu günler de geçer
Sökülüp atılır dikenli teller
Koparır halk bir gün zincirlerini 


Ataol Behramoğlu



19 Ağustos 2013 Pazartesi

Nafi

Rüzgar başka yönden esiyor bu aralar, alışık olmadığım yönden... Değişik olaylar oluyor hayatımda bir süredir. Olduğu anda doğru yorumlayamadığım hatta belki derinliğine varmadan yaşayıp gittiğim... 

Hani çocukken sıra ile numaraları birleştirdiğinde ortaya bir resim çıkartan eğlencelerimiz vardı ya, işte onlar gibi tıpkı, geriye dönüp baktığımda birçok olayın sana aynı şeyi işaret ettiğini gösteren...

  1. Kapadokya ve Mevlana'nın dergahı
  2. Rehberimizim anlattığı Mevlana ve hacı Bektaş hikayesi
  3. Mevlana'nın 29 eylül doğumlu olması
  4. G noktasıyla ilgili çok darda kalmam ve Allah'tan yardım istemem. O akşam izlediğim filmde (baba 2) Küba'ya atıfta bulunulması, ertesi gün Reha Muhtar'da Che Guevera ile ilgili sözlerin yayımlanması... "Ne kadar cazip olursa olsun başkasının olana asla tenezzül etme, ne kadar basit olursa olsun kendin olandan asla vazgeçme"
  5. Bir kitapçıda rastladığım Mesnevi ve mesajları...
  6. Suç ve Ceza  : İnançsızlık ve Sevgisizlik herşeyin temeli...
  7. Dr Faust nefis ve şeytan...
  8. Ali Hoca ve toprağın faydaları...
  9. Fengshui ve o günden sonra değişenler...
  10. Aile dizimi ve tanrının bizi zor zamanlarda yanına alarak yürümesi (tek ayak izi hikayesi)
  11. Mercan Dede konseri
  12. Mevlanadan Nşirah Suresi - Allah'a yaklaş...
  13. Namaza başlama (korkudan değil)
  14. "İnsanı muhakeme değil inanç harekete geçirir" sözü...




29 Haziran 2013 Cumartesi

Şirket İçi Klima Savaşları #direnekvator

Şirketteki tadilat olayından sonra odaya klimanın yeterli gelmeyeceğini bu cehennem sıcaklarında anlayan patronun, 8 metre uzağındaki buzdolabı tipi klimanın ayarını 22'ye sabitleyerek bulduğu çözüm şirket çalışanlarını çölün orta sıcağına rağmen donma tehlikesiyle karşı karşıya bırakır.. Ceket ve çoraplarla oturmaya başlayan personel akşam eve gittiğinde hobi olarak ishal ve kasık ağrısı olur. Tepkisini dile getirmesini söylediği sorumlular, peki efendim - evet efendim diyerek yalaya yalaya buzağıya dönerken, itiraz yine başa düşer. RTE'ye hiiiiç bahane bulmayın, o bari içkiye- sigaraya- doğuma - cinselliğe karışmaktan kıyafete henüz gelmemişti ama patron "şuncacık askılılarla geleceğinize ceket giyin" diyerek olayı yangından kaçan mal misali kapatmaya çalışır. Israr ve geçmiş raporların hatırlatılması üzerine "düşünelim" diyerek son nokta konulur...
aşağıdaki sadece bir haber değil bir gerçek... bizzat yaşanan...



Orantısız Samimiyet #direnevsahibi#

Haftabaşında kardeşimin sekreterinin kardeşi (dıdııııısının dıdısıııı) kalkıp buralara gelmiş. Sebep? Hiç... gezecek... Bir yeri gezmeye değer kılan o yerdeki tanıdıklarındır ve onlarda kalabilmendir. Yok eğer öyle değilse otelin vardır, kimseye eyvallah etmezsin.... Yok bu hikaye böyle değil.. Emrivaki ile garip bir samimiyet arasında sarkıyor. Nereye yaklaşıyor ben de bilmiyorum. Neyse istemiyorum dememe rağmen bulundu geldi.. Tanımadığım bir insanı evinde misafir etmek, resmen tecavüz.. Rahat oturamıyorsun, yatamıyorsun. Hele bir de sinirden yatakta dönüp durduğun saatlerin ardında tam uyumak üzereyken tuvalete kalkıp ayakkabılığı devirmesiyle seni uyandırıyorsa...
Ertesi gün allahtan annen postalar ama onda da bir muamma... Niye 3 gün kalacak diye getirdiği kişiyi postalar? Anlayamadım.. Geliyordu gidiyordu diye geçen koca bir haftanın ardından sikildim.. ruhen ayneen böyle.. behzat ç'ye de bağladım. 
Şimdi gerginliğimi yatıştırmak için rakıyı sek veriyorum bünyeye...
Modern hayatta birey olmak gerçekten zor... Evli olsan kocanın üstüne atarsın ama bekarsan öl!!! Öl gitsin ya...



22 Haziran 2013 Cumartesi

Zaman Yatay Bir Düzlem

İsyan günlerinde yarım kalan aşk beni etkiledi. Dedim ya, İsmail'i kırmak istemezdim. Vicdanımın dalgalanmasına daha fazla karşı koyamayarak soluğu yine danışmanımda aldım. Olanları bir çırpıda anlattım ve bana söylediklerini aynen aktarıyorum. Gün olur da birgün unutmayayım diye:

-Kırmak için çaba sarfetmesen de o kırılacak zaten. Nezaket için ona her yaklaşman onu kıracak. Nezaket olarak birine istemediğin halde cevap yazman tıpkı nezaket için tecavüze hayır dememene benzer. İstemediğin şeyleri söyleyebilmelisin, önemli olan senin ne hissettiğin...

-Farkındalığı çok yüksek birisin ama bunu kullanmıyorsun..

-Birkaç rötuşla inanılmaz çekici bir kadın olabilirsin. Buram buram parfüm kokan bir kadın inanılmaz çekicidir. Senin bunları zaman kaynı olarak görmen, öyle alışmış olduğundan.. Zaman nedir ki? Yatay bir düzlem... Üzerindesin ve istesen de istemesen de hareket ediyor o zaten... Çok da önemseme o kadar..

-Kardeşinin sana bu İsmail Abi olayında yaptığı baskı senin onun gözünde yarattığın izlenimle alakalı.. Onun gözünde sen, iyi kötü birisini bulup evlenmek durumunda olan kezbansın. Bir ilişkiden yaşayacağın zevki, birşeyler hissetmeni önemsemiyor. Bu, onun "aşk zaten bitiyor" yargısından belli. Bir an önce birini bulsun, çocuk doğursun, zaten yaşında geçiyor.. Ahh bu yargılar ahhh... Dik dur bunlara prim verme !!

-Başkalarının düşünceleri ile değil kendi düşüncelerinle hareket et... Her zaman !

İsyan Günlerinde Aşk - İsmail, Seni Kırmak İstemediğimi bil -

Gezi parkı ile başlayıp tüm yurda yayılan olaylar malumunuz..

İzmir'de de direniş tüm kararlılığıyla devam ederken 02/6/13 akşamı -yani direnişin ilk günlerinde- hava muhalefetine rağmen ve yalnız başına Gündoğdu'ya indim. Polisin biber gazlarından şans eseri sıyrılan biri olarak ne yazık ki kaçmam gereken mesafe Montrö'den gara kadar uzaktı.. Koşmalar esnasında hem bacağım çıktı hem de korkudan kalbim:) Bunu duyan sevgili kardeşim tesadüf eseri görüştüğü ve direnişte olduğunu bildiğini bir arkadaşını bana refakat etmesi için görevlendirmiş:) Ben de gelecek cumartesi olan 08/6/13'te İsmail Abi ile buluştum. İlk başlardaki çekingenliğin ardından ortamın şenliğine ve heyecanına kendimizi kaptırdık. Zaten kaptırmamak elde değil zira İzmir'im her zaman -direnişte bile- eğlenmeyi bilen bir yerdir. Geceye doğru eve dönme vakti geldiğinde ısrar üzerine çadırda kalmayı kabul ettim. Aslında benim için de hoş bir deneyim olacaktı. Sabah 3'e kadar oturduk, konuştuk, bira - midye yaptık. Sonra 4 kişi yanyana bir çadırın içine sıralandık. Havaların muhalefet etmesine karşın yine de donmamayı başarabildim. (horlama sesleri eşliğinde:)) Sabahleyin direniş masasına bırakılan bedava gevrek ve boyozlarla karnımızı doyurduk. Çay bedava, sigara bedava, bedava yaşıyoruz bedava:) Ardından çöp toplama ve avukatlarla görüşme... En nihayetinde bünyem iflas etmek üzereyken öğlen 1 gibi eve geldim. O akşam söz verdiğim halde yorgunluktan direnişe gidemedim. Ertesi gün İsmail Abi'nin ısrarı üzerine yine iş çıkışı direnişe gittim ve gereksiz yere çok konuşan insanlar yüzünden çok fazla kalmadım. Hafta içi sürekli olarak İ.A'nın (ismail abi) ısrarlarıyla ve gelip gelmeme sorgulamaları ile geçti. 

15/6/13 cumartesi günü tekrar buluştuk ve dayının da etkisiyle bira ve muhabbet güzeldi. Bize katılanlar oldu, eniştenin yanına gittik. Ardından hep beraber Basmane'ye yürüdük ve yürüyüş esnasında çok korktuğumu anladım. Allah var, yanımda olduğu için korkum azaldı. Bana maske aldı, onları geçirdi, bibergazı sıkılıyır dediğimiz anda polisler TOMA'ları kaldırdılar. Oturma eylemi yaparaktan evlere dağıldık. Beni kendi elleriyle metroya bindirmesinin ardından eve gelip gelmediğime dair mesajlar ve beni biraz biraz sıkmaya başlayan ısrarlardan ve sorgulamalardan gerilme durumum... 

16/6/13 pazar günü yine buluştuk aynı kadro ile bu sefer arkadaşlarından da çok katılan oldu, daha zevkli  geçti... Yine bira, yine sigara, ayık kafaya direnmeme durumu ve ardından direniş, sloganlar, marşlar, çerkirdek çitleme ve benim iflas bayrağını çekmem...Durağa varana kadar beni merak edip araması, eve ulaştığıma dair tekrar meraklanması vs.. en sonunda ben de alarmlar çalmaya başladı. "Dur de Dur de, yoksa şarampole..." gibilerinden uyarılar veren beynime uydum ve şakayla karışık tepkilerimi koydum. 


17/6/13 pazartesi günü yazışmalarımızın artık farklı yöne gideceğinden emin olarak biraz mesafe koyma zamanının geldiğini düşündüm. En son iş çıkışında da sertçe bir msj yazarak sıkıldığımı ifade ettim. Ama sonrasında inanılmaz vicdan yaptım tabe...İki defa msj attım, cevap verdi vermesine ama soğuk olduğu her halinden belli. 

Kıyamam çok iyi bir insan ama benim tarzım değil. Çok üzüldüm yine bir karşılıksız kalma durumuna ama sanırım kader demekten başka çaremiz yok. Arkadaşlığını asla kaybetmek istemeyeceğim İsmail, nolur seni kırmak istemediğimi bil:) Herşeyi salla sadece çayı demle:)


12 Haziran 2013 Çarşamba

#DirenGeziParkı - Silivri'ye Mektuplar -20-

                                                                                                                                                     11/6/13
Saygıdeğer vekilim ama öncesinde sevgili Balbayım;

Uzun bir süredir yazamıyorum zira direniyorum, direniyoruz:) Malum olaylar nedeniyle ortalık ve gençlik epeyce karıştı. Açıkçası ilk başta bir hevesle ve tepkiyle başlayan olaylar, giderek “işin sonu ne olacak?” diye herkesi düşündürmeye başladı. Her emek sarfeden kişi/grup gibi biz de bu emeklerimizin karşılığını almak istiyoruz ancak kiminle konuşsam ülkenin siyasi seçenekleriyle ilgili çok kararsız, daha doğrusu inançsız. Kılıçdaroğlu’nun CHP’nin başına geldiği zamanda taşıdığımız umut giderek küçüldü. Deniz Baykal’ın çok daha etkili muhalefet yaptığını düşünüyorum. Ana muhalefet partisinin en önemli kalesinin vekili olarak size şunu ifade edebilirim ki, bu gençler yani şimdiki nesil artık sağ-sol gibi ayrımlara inanmıyor. Ya da bunlara kendini inandıracak bir parti göremiyor. Bizim için samimiyet çok önemli. İnanmadığımız hiçbir şeyi desteklemek istemiyoruz. Bu nedenle mevcut iktidardan memnun olmasak bile etkili bir alternatif olmadığı için AKP’nin bu seçimlerde gidebileceğine inanmıyorum,yine seçilebilir. Çünkü bölünen her oy, muhalefetin aleyhine. Siz bunları benden daha iyi gözlemleyebilecek ve takdir edebilecek bilgi ve tecrübeye sahipsiniz ancak yine de eğer bir fırsatını bulursanız sayın genel başkanınıza bunları iletmenizi istiyorum. Herkesi içine almak için yola çıkan CHP, giderek kendi ana tabanını karşısına almakla karşı karşıya. En önemli birkaç sorun; sizin serbest bırakılmanız için yemin etmeme duruşunu sergileyip ardından geri adım atmaları; PKK tarafınan kaçırılan milletvekili Hüseyin Aygün olayı, CHP’nin gündem yaratmaktan öte başbakanın yarattığı gündeme cevap verme durumunda olması, ortaya bir proje üretmekten uzak – sadece lafla muhalefet yapılıyor olması, “iki ayyaş” gibi ucu Atatürk’ümüze giden olaylarda çok pasif kalınması… (İnanın halk bu ayyaşlık gafından dolayı çok üzgün. Hatta şöyle bir fıkra dolaşıyor ki gençler arasında tüyler ürpertir: Bu Taksim direnişinin ülkeye yayılmasının ardından Atatürk Anıtkabir’den kalkıyor ve “aferin gençler, öğrettim gibi…”deyip ve uzun zamandır ilk kez kemikleri sızlamadan geri uyuyor. Ya da açılan pankartlardan bir diğeri her şeyi özetliyor: Türk Gençliği şu anda meşgul; birinci vazifesini yerine getiriyor!) Kılıçdaroğlu’na geri dönersek; çok kibar ve iyiniyetli bir insan. Ancak bu özellikler lider olmaya yetmiyor. Muharrem İncenin uslübu bile halkın çok daha fazla anlayacağı dilden. Kısa ve net konuşuyor, can alıcı saptamalar yapıyor. Kılıçdaroğlu ise bürokrasiden gelme bir alışkanlıkla çok uzun ve tekdüze konuşuyor. Bunu bizim halkımız zor anlar, sıkılır. Bize kısa ve öz anlatımlar – vurucu tespitler gerekir. Bir diğer konu ise; gençler şu ayrcımlığa anlam veremiyor: Güneydoğuda bazı olaylar çıktığında halka son derece anlayışlı davranılırken (ki davranılması da lazım, barışçıl olmalı her şey) burada en ufak bir mitingde, en ufak bir eylemde Tomalar devrede. Bu sivil halkın neden bu kadar zulme maruz kaldığını kimse açıklayamıyor. Bizim silahımız yok, sadece normal insanlar gibi oturarak tepki veriyoruz. Bir örnek: Taksim olaylarında genç bir çocuk Tomadan sıkılan suyla sırılsıklam oldu. Pantolonun arkasından kimliğini çıkardı, havaya kaldırdı ve burada TC yazıyor, başka ülkenin vatandaşı değilim ben, kürt de değilim, neden su sıkıyorsun bana kendi ülkemde ne yaptım ben diye bağırdı. Toma daha fazla su sıkarak onu yere düşürdü. Şimdi Türkler kendini neredeyse 2. Sınıf vatandaş hissedecek duruma geliyorlar. Barış; herkes için olmalı, bir kesime ait barış ülkeyi bölünmeye götürür. Son olarak da yerel seçimlerde İstanbul’un durumu konusuna değineceğim. İstanbul’u alan Türkiye’ye aday olur gibi bir yaklaşım var. Bunun için de en güzel örnek Sarıgül. Eğer Sarıgül bu seçimlerde öyle ya da böyle aday gösterilmezse CHP iktidar olmamak için canla başla çalışıyor diyeceğiz artık. Halkın bu tespitlerini size iletmek boynumun borcu, umarım daha iyiyi yakalamak için faydalı olur.

Ütopik gibi görünen bir çözüm yolu daha var ki, gençlerin bir alternatif yaratması. Can Dündar’ın İtalya’da netten örgütlenen ve tamamen şeffaf olarak halka hizmet etmeyi öngören bir parti modelinden bahsettiği yazıyı okumuşsunuzdur belki. Bu model, ülkemizde başarılabilir mi, onu bilmiyorum işte..

Mektubuma tüm bu direnişlerin ve 10 ay sonra yapılacak seçimlerin ülkemiz ve siz aydınlarımız için hayırlara vesile olmasını dileyerek son veriyorum. Tamamen masumane başlayan bu direniş umarım bazı provokatörler tarafından baltalanmaz. Zaman zaman inanın eylemlerde tansiyon çok yükseliyor. Burada direnişin ilk günü Bank Asya’nın Çankaya’daki şubesi kırıldı, talan edildi. AKP Karşıyaka Teşkilatı ateşe verildi. Bunun gibi birtakım olaylar daha olabilirdi belki ama gördüğüm her orta yaşlı insan “gençler sakin, provokasyona gelmeyin” diyerek halkı defalarca sakinleştirmeye çalıştılar. Gençlik biraz da deli çağında aslında, içinden çağlayanlar taşıyor. Bu anlamda büyüklerin sağduyusuna çok ihtiyaç var. Umarım Türk Halkı dünyanın bahsettiği gibi, Kurtuluş Savaşında olduğu gibi ne kadar dirençli ve inatçı bir millet olduğunu bir kez daha kanıtlar.

Kocaman özlemlerimle…


Not : Tarihe tanıklık ettiğimiz bugünlerde sizin yorumlarınıza o kadar ihtiyacım var ki, cumhuriyete bakıp bakıp iç çekiyorum.

Not 2 : Cumartesi gecesi Gündoğdu’da sabahladık. Kambersiz düğün olmaz deyip çadırımızı aldık, gittik. Etrafta bir gençlik şöleni vardı. Yiyecek masamızdan bedava yiyecek aldık. Kapitalizm bizi o kadar çok paraya alıştırmış ki, sırada yiyecek istemek için sesimiz bile çıkmıyordu. Oradaki arkadaşlar, “arkadaşlar sesiniz çıksın hepimiz özgürce ne istiyorsak söyleyebilirsiniz” dedi. Ondan sonra “bir tane gevrek istiyoruz” diyebildim. Sabaha kadar oturduk, çöp topladık, inanılmaz bir yardımlaşma vardı. (Not’lar aklımda kalan kadarıyla sonradan yazdıklarımdır.)

31 Mayıs 2013 Cuma

Kart Zampara

K. ada tatilinde tanıştığım bir adam.. Evli ve çok sempatik. Ben diyeyim 45 sen de 50 yaşında... Muhabbet güzel akınca kartvizitlerimizi aldık verdik birbirimize...Aranıp sorulacağından değil de öylesine işte... 
K. ada bitti, geri döndüm... İki gün sonra şirkete bir telefon... Arayana Maho... Bu kadar çabuk geri dönüş beklemiyordum, şaşırdım.. İstanbuldan sonra hemen buraya geldiğini ve benimle görüşmek istediğini söyledi. Olur dedim. Annemin evde beklemesine aldırış etmeyerek artık kararlarımı insanlara göre değil kendi isteklerime göre ayarlama adımlarını attım. Annem fena bozuldu... Aldırış etmedim... 
Vee buluşma anı...
Bir samimi öpmeler, bir sarılmalar, ellerini omuzlarıma atmalar... Sex muhabbetleri... Göğüslerinin öpülmesini istiyorsan söylemelisin, cinsel ihtiyaçların olabilir, herkes buna saygı göstermeli, çok güzel bir kadınsın, erkekler seni nasıl kaçırır, sex shoplardan vibratör hediye edilmesi normaldir vs.... Hiçbirine cevap vermedim ya da öylesine geçiştirdim.. İlk defa tanıdığım bir adamın bunları konuşmasına alışkındım... Beni şaşırtan bunlardan etkilenmeyecek kadar soğuk olmamdı. Galiba kadın cinselliğinin beyinde başladığı çok doğruydu. Beynen sevişmediğim bir adamla fiziksel sevişme de istemiyordum. Ellerimi durup durup öpmesi, ben seni çok sevdim demesi.. Annemin başımda bekçi olduğunu iddia etmesi... Hiçbiri etkilemedi beni... Ayrılırken de dudaklarını uzatıp vantuzlayarak öpmesi sarmaş dolaş olması ve bütün bunların arasında teninden gelen kebap kokusu... 
Yine de güzel bir akşam geçirdim... aslında tüm bunların altında Malkoçoğluna olan benzerliğin yatmasıydı sanırım beni etkileyen... ama anladım ki hiç kimse hiç kimse sen değil, hiç kimse senin kadar ruhuma huzur değil... Bunları sana özlem duyduğum için falan söylemiyorum malkoç, sadece bir anı...

27 Nisan 2013 Cumartesi

Kaybetmenin Farkındalığı -Baz-

Can Kaptan'dan sonra bir psiko ile argoya maruz kalmamın ardından "bu sefer buldum" dedim. Yaşı yaşıma, diploması diplomama, işi işime, tipi tipime... Herşeyiyle bana uygun olduğunu düşündüğüm Baz ışık yılı geldi. İsim biraz garipti ama olsun kadı kızında da bu kadar kusur olurdu. Psikonun vermiş olduğu korkunun ardından bu çocuğa inanılmaz kuşkulu yaklaştım. Sebebi ise işyerimi her an çıkarabilecek kadar bizimle bağlantılı çalışmışlığındandı.. 1 hafta yazışma ve çok sıcak giden mesajlaşmanın ardından bir kez telde konuştuk. O sırada sorduğu birtakım soruları geçiştirmeye çalıştım çünkü hala içimde psikoya dair kuşkular vardı ve üstelik bana gelen sorular etiketi belirlemeye yönelik sorulardı. Baban ne iş yapıyor, nerde yaşıyorsun vs..
Telde konuşmanın ardından sanki arada ufak ufak buz dağları belirmeye başlamıştı. Sanki...
Ardından kesilen mesajlar ve en nihayetinde gelip çatan buluşma günü... Benim ailemin sürprizi ve onun arabasının bozulması ile zaten gerilen bünyem daha da gerildi ve aslında fena sayılmayacak diyebileceğimiz buluşmayı yaklaşık bir saat gibi bir zamanda noktaladık. 
İlk izlenim pek olumlu değildi, elektrik alamadım bazdan.. Bir daha da aramaz diye düşünürken baktım geceye doğru eve varıp varmadığıma dair msj... Neden mutlu olduğumu bilmiyorum ama bu msjla "sanırım o benden etkilendi" diye düşündüm ve ben de "neden olmasın" dedim... sonuçta o kadar aksiliğe karşın geldi, hesabı bana ödettirmedi, aradı- sordu. Varsın ben sohbetini ve gülüşünü beğenmeyeyim, zamanla alışırım...

Ardından geçen 1 haftada ne bir msj ne başka bir arama... Benim çabalarımla başlayan ve bir müddet sonra kesilen msj yığınları bir de PP'de aktif halde görmemle sonuçlanınca bu işin olmayacağına kanaat getirdim. Benden etkilenmiş olsa benimle ilgilenir niye aktif olsun ki? 

Sonuç yine hayalkırıklığı, yine abazalık.. Ne yapacağımı bilmiyorum ben bu karşı cinsle... Sanırım ne kadar ümit etsem de boşuna... Tanrının bana bununla ilgili vermek istediği bir ders var. Yalnızsın, yalnız öleceksin.... Ne kadar çok çabalasam da birini hayatıma almaya, olmayınca olmuyor...Çevremde, sokakta sevgilisi olan herkese uzaylı gibi bakıyorum. Benim hatam nerde ki ben bu koca dünyada herkesin becerdiğini beceremedim diyorum... Anneme, yengeme, halama, teyzeme gıpta ile bakıyorum. Onlar nasıl bir erkeği kendilerine bağlamışlar da ben bunca teknolojiye ve özgürlüğe rağmen bulamıyorum diyorum. Başa sarıyor, başa sarıyorum... Ama plak bozuk, neden her seferinde şarkının güzelce çalmasını bekliyorum??

Olmuyor ne yapsan gözüm
Terk etmiyor bizi hüzün
Bir macera yaşamak dediğin
Küçük zamanlar harmanı sevildiğin üzüldün
Hatırlamaktan ibaret hatıralar nihayet 
Tesellisi çok zor sözün
Ne gemiler yaktım ne gemiler yaktım
O kadar yandı ki canım sonunda karşıdan baktım
Ne göreyim kendime yıldızlardan daha uzaktım
Kendini seçemiyorsun
Bırakıp kaçamıyorsun
Yazmadığın bir hikayede
Uzun ya da kısa vadede
Az biraz keşfediyorsun
"Öteki" olabilmeyi, geride durabilmeyi öğreniyorsun...




9 Nisan 2013 Salı

Can Kaptan

Buluşma gününü o seçti...
Yarım saat geç kaldım, maç var dedi...
Bunları önceden düşünemeyecek kadar basiretsiz 
Ve hoşçakal'ı anlayamayacak kadar öküz idi:)
Merhaba demeden güle güle dedim,
Seni acaba ben niye seçtim?

Hayalet

Allahım en üfürüğü keskin hocalara da gitsem, psikologlarla bilinçaltıma da insem, dünyanın en şuh kadını da olsam ya da -çevir tersini- evden dışarı çıkmayıp kendimi de kilitler altına kapatsam sonuç değişmiyor. Sonucun değişeceği yok ! 
Ben bir hayaletim...
Etrafımdaki hiç kimse beni görmüyor, beni fark etmiyor, gelip geçiyor...
Ne kadar bağırırsam bağırayım sesim çıkmıyor...
Ne kadar süslenirsem süsleneyim benliğim fark edilmiyor...
Ne kadar uğraşırsam uğraşayım, talihim tersine çevrilmiyor...
Bugüne kadar dünyada benim sadece ve sadece "bir tek" kabul edenim oldu...
Onu da ben kaçırdım...
10 sene önce...
Sanki 10 sene öncesinde kaldım, beni ilk farkedende...
O günden bugüne gelen sadece içimden - yanımdan geçilen ama asla ve asla fark edilmeyen hayalet..
Ne kadar tersini hayal etsem de, hayalet....

7 Nisan 2013 Pazar

Panjur Fatihi

                                                                                                                                                 07/4/2013

Bir çılgınlık yaptım, asla yapmam denen şeyi...

Yalnızlıktan bunaldığım bir esnada reklamını o anda gördüğüm netteki evlilik sitelerinden birine üye oldum. Deli gibi gelen mesajların biri diğerlerinden çok farklı idi... Oturdum saatlerce yazıştım.. Arada diğerlerine de cevap verdim tabii ama bu, olabilitesi en yüksek olandı. O anda beni görüşmeye davet etti dışarda, evlerimiz de yakın olduğu için... Gitmedim gecenin bir yarısı diyerek. Ardından mesajlaşmalar ve Ankaralıdaki durumu bir daha yaşamamak istemenin verdiği hırs ile görüşme teklifini ben ettim. İlk önce gelemem, hastayım dedi.. Sonra gelmek için benim evimde buluşmayı önerdi... İstemeye istemeye kabul ettim, zira redlerim işe yaramadı. Dedim ki ölürsem de ölürüm yani, ne yapalım?

Geldi, benden etkilendi belli. Bense hayır... Çocuk gibi geldi, toy gibi geldi, aradığım bu değil gibi geldi... Her neyse işte... 2.5 saat sonrasında gönderdim... Gitmek istemediği her halinden belliydi... Açık konuşmak istiyorum deyip bana hoşlandığını söyleyecekti ama izin vermedim. sonunda kırılarak da olsa gitti... Bir daha görüşür müyüz bilmiyorum ama arkadaşlık olarak muhabbetinden zevk aldığım birisi... Sevgili olarak ise hayır, belki de hazır değilim...

Kısmet...
Bir daha tanımadığım bir insanı eve alır mıyım? Cesaret...

4 Nisan 2013 Perşembe

Rest - Gördüm - Kare as

                                                                                                                                                      02/4/13

Fıtı fıtı fıtı konuşuyorum bazen ya, hep bu dilimden geliyor başıma ne gelirse...
Arkada dinci K ve seninle sohbet ederken konu dosyaların taşınmasına geldi ve senden yardım istedim. Kaytarmak dururken bana yardım etmeyi istemediğin için geçiştiriyordun. Oyun tıkandı, ya kabul edecektim ya da kabul ettirecektim, "rest" dedim ve sordum : 
"Beni mi tercih edersin yoksa K'yı mı?"
Cevabın full as oldu ve K'yı tercih ettin. Bunun şokunu yaşarken de K, onu daha önce reddetmiş olmamın intikamını almak için kapak oldu diye işaret de yaptı...
O an bir sana bir ona baktım... 
Her türlü muhabbetinize ayak uydururken benim nasıl da bir kadın olduğumu ve bazı şeylerden alınabileceğime akıl bile erdiremiyordun ve küstüm !
Barışacaktım tabii ama biraz sürünmen lazımdı... İnlemen gerekiyordu..İnlettim !
Arkamdan koşarken ismimi haykırman, "bekler misiniz?", "bakar mısınız, benim suçum yok" diye olur olmaz yerlerde karşımda bitip açıklama yapmaya çalışman ve seni o kadar insanın arasında reddetmem... İntikamın en güzel anıydı:)
Daha da süründürürdüm seni ama bakma ki hasta oldun...
Allahımın sopası yoktu ve haksızlığa uğradığımda çat diye indiriyordu sana:)
Geçmiş olsun diye aradım, suçunu kabul ettin hemen koşa koşa yanıma geldin.
Allahtan gelen mesajı anlamıştın ama yine de bir daha yapma diye sana şu yazılı notu verdim.
İntikamımı aldım. Durum 1-1. Şampiyon belli ikinci kim?

Ayrıca Demet Akalın giderli şarkısını da sana armağan ettim : 

Ardına bakmadan çekip giden birisi var
Bilir ki bu gidişin yarın U dönüşü var
O şimdi Kaf dağında, kendinden çok emin
Kaderin her zaman son bir gülüşü var...


Ve bugün benden izin alarak maç görüntülerini izledin...






3 Nisan 2013 Çarşamba

Unutulmayana Alışmak

                                                                                                                                                       03/4/13

Babam beş sene önce bugün öldü,
Bense beş senedir her gün ölüyorum...

Alışılıyormuş da bu acıya
Ama unutulmuyormuş asla...

Her yüzde, her seste "baba"
Göz yaş içindeyken kalp sızlamada...


Kalp Grevi

                                                                                                                                                      02/4/13
Bitmesini istediğim bir gün...
İçinde hem baharın coşkusu hem de ölümün soğukluğu....
Sabah sabah tadilat içindeki toz yığınına girdiğimde anlamsız bir anlatamamanın içinde kendini bulma...
It müdürü problemler yığını olarak seni tanımladığında-üstelik onca insan arasında- birbirini anlamayan iki insan arasındaki en uzak mesafeyi düşünme... 
Eyleme geçirilmiş cehalet karşısında ne kadar aciz olduğumu görme ve susma... İnsanlık gururunu bırakıp susma....
Ardından gözyaşları içerisinde edilen kahvaltı...
Senden kimselerin olmadığı bir yerde halini anlatıp özür dilemesi... 
Ne anlamı var ki?
Ruhunu ferahlatmak için "barıştık değil mi?" diye teyit alması... 
Daha fazla uzatmamak için korkumdan" barıştık, önemli değil" demem... Belki de hayatımda ilk kez bir insan kılığına karşı sadece ve sadece bıkmışlığımdan ve neler yapabileceğine olan korkumdan dolayı kelimelerimin tükendiği, gücümün bittiği, gözyaşlarımın eridiği an...
Ben ki kolay kolay korkmam !
Dilimde "affettim" desem ruhu rahata erer mi? 

Ya da aslında tek sorun benim, dediği gibi... Yargıladım kendimi tüm iyi niyetlerim için... Ben ki eğer kaybolursam ortalıklardan -bu dünyadan- biterdi tüm bu sürüp giden isyan.... Kalbimi sevdim sonra, teşekkür ettim 31 senedir problemsiz çalışan bir alet olduğu için ve rica ettim nolur yorulsan sen de ruhum gibi ve bugün aniden bir krizle gelsen bana, seve seve kabul ederim bu grevi oysa... 

Ölümümü düşündüm sonra... Ne kadar mutlu olacağımı ve bitmek bilmez haksızlığın sonuna nasıl geleceğimi, mutlu oldum oyunun sonunda.. Erkenden kalktığım bu oyunda, aslında yaşadıklarım fazla bile bana... Tekrar soruyorum yüreğime, yorulmadın mı sen sebepsiz yere atmaktan diye... Nolur çarçabuk hatta şimdi duruversen ya keşke...





18 Mart 2013 Pazartesi

Be my shelter when the angels disappear


                                                                                                                                                 18/3/2013
Bugün mucize gibi bir şey oldu… 

Derin derin kararsızlıklar içerisindeyken, duygularım ve aklım arasında halat çekmece oyunu oynanırken, “aşkın açamadığı kapı – kanatlanıp uçamadığı yer mi var, kalbimi seve seve sana veririm  bir kere de senin için ölsün yar” derken ve işin ucu hep gelip dayanıp “vicdan” noktasında düğümlenirken… Kafamdaki sorulardan kurtulmak için biraz gazete karıştırayım dedim ve Vatan gazetesinden Reha Muhtar’ı okumaya başladım.  Bazen bazı yerleri atlarım okurken bana hitap etmediğini düşünürüm. Oysa bu yazı tam bana göre idi zira dün akşamdan beri kafamı kurcalayan Baba 2 filminde geçen Küba – Havana’daki isyancılar sahnesi ve Al Pacino’nun o andaki Küba devlet yetkilisine “askeriniz bunlar için para alıyor ama isyancılar para karşılığı olmadan bunu yapıyorlar, demek istediğim kazanabilirler o kadar güvenmeyin” sözü bana Che’nin biyografisinde okumuş olduğum ama o anda hatırlayamadığım Küba’da sosyalist devletin kurulma tarihini çağrıştırdı. “Yıl kaçtı acaba?” diye hafızamı zorlarken uykuya yenik düşmüşüm. Ertesi gün içerisinde bir türlü nete bağlanacak gücüm olmamıştı. İşte yazıyı okurken “cuk oturdu” dedim çünkü yazı Che’nin sözleriyle ilgiliydi. Merakla okumaya başladım. Sonuç aşağıdadır. Çok teşekkür ederim Tanrım bana bu mesajları gönderdiğin ve beni anlayıp sorularıma çözüm üretip doğru yolu bir kez daha gösterdiğin için.. Gerçekten çok teşekkür ederim. N’olur yanımda olduğunu bana daha sık hatırlat…


Ne kadar farklı olursa olsun; sana ait olmayana tenezzül etme... Ve ne kadar basit olursa olsun senin olandan asla vazgeçme...

Arkamdan konuşmaya devam et... Çünkü karşıma çıkacak kadar büyük değilsin...

Ayakkabılarımın altı delikti; ama üstü her zaman boyalıydı...

Belki hiçbir şey yolunda gitmedi; ama hiçbir şey de beni yolumdan etmedi!..

Hayatta öyle seçimler yap ki; kazandığın şeyler, kaybettiklerine değsin...

Hayatta daima gerçekleri savun!.. Takdir eden olmasa bile, vicdanına hesap vermekten kurtulursun...

Bir şeyi yapmak için, onu çok sevmelisiniz... Bir şeyi sevmek için, ona delicesine inanmalısınız...

Kaybettiğin tek savaş, uğrunda savaşmaktan vazgeçtiğindir...

Ben Ernesto’ydum sadece Ernesto, siz de sadece bir şey olarak var olursunuz...

Che olmayı kendim istedim, siz de inanırsanız olursunuz, eğer inanırsanız.

“Dik dur ve gülümse... Bırak neden gülümsediğini merak etsinler...

Bir yalan, hangi amaç için söylenmiş olursa olsun, her zaman, en kötü gerçekten daha kötüdür...

Savaşan, kaybedebilir... Savaşmayan, çoktan kaybetmiştir...

En önemlisi, dünyanın neresinde olursa olsun her haksızlığı kendinize karşı yapılmış gibi hissetme kabiliyetinizi koruyabilmenizdir...

Düşmanın yoksa, hayatta hiç başarılı olamadın demektir...

İyilik yapmaya devam et, karşındaki o iyiliğe layık olmasa bile, sen o iyiliğe layıksın...”