Konu Meryem Uzerli...
Malum, 4 ay kadar önce tükenmişlik sendromu ile ülkeyi terk edip vatanına dönmüş ve ardında bir dizi sansasyon bırakmıştı. İlk gidişinde bile kadına inanılmaz hayran oldum, asla ama asla haksız, eşşek yükü ile para alıyor, çalışacak tabii demedim, diyemedim. Garip bir şekilde bağ kurdum onunla, yaptıkları hep samimi geldi...
Tam konu bitti, kapandı derken Ayşe Arman'ın olay yaratacak röportajı yayımlandı ve gündeme ve bana bomba gibi düştü. Okurken gözlerimin dolduğu, içimin sıkıldığı ama "helal olsun meryem sana" dediğim, "avrupa avrupa" dediğim, "kendine güven" dediğim bir yazıydı. Neden bu kadar üzüldüm hiç tanımadığım birinin acısına? Neden bu kadar ben sandım yaşanılanı? Neden bu kadar destekledim gidişini? Neden bu kadar bravo dedim verdiği karara? Cevabı bilemem... Belki bağdan dolayı, belki geçmişteki paralellikten dolayı, herkesin bir "ıssız adam" vakasından dolayı... Ah biz kadınlar, hala bir yerleri saf kalanlar... Ah bu erkekler, hala av peşindeki hayvanlar....
Hep böyle değil mi? Hep bir popülarite, hep bir göz önündelik, hep bir iki yüzlülük, hep bir küçümseme, hep bir aşağılama....Aslında fiziki olarak beğenmeme ama çanta gibi yanında taşıma... Hep bir yetememe, hep bir yetişme...
Her kadının hayatında böylesi bir p.çin anısı var sanırım. Bir yerlerde duyduğum bir söz gibi, hayatı bir adam tarafından s.memiş kadın gerçek kadın değildir. Ya da bu tarz bir şeyler işte.... Benim hayatım ne Meryemin hayatı kadar ne de ıssız adamdaki Ada'nın hayatı kadar gerçek... Arada bir yerlerde kaldı benim hayatım. Sevgili bile olamadım. "Neden?" sorusunu hala sorarım....S..ildi mi ? Evet... Ama yatarak değil kandırılarak... Galiba benim bu coğrafyaya alışkın olmamım sebebi de bu... Yatmayacak kadar çakalım ama kanacak kadar aptal...Aradaki fark ne dersen? Galiba tecrübesizliğin verdiği cahillik ve ne idüğü belirsizlik.... Zaten görünen köyün kılavuz istememesi.... Oğuz da yaşadığım, Aydın'da yaşadığım bunların aynısı değildi de neydi? Hayatımın içine edildi, toparlayamadım kendimi, aşıkken bana öyle geliyormuş hikayesi ile kandırıldım... Her şeyi ben büyüttüm, ben yeşerttim ama olmazdı, olamazdı, bir açıklama bile yapılamazdı, o kadar önemsizdi çünkü yaşananlar... Bıraktım gittiler, zaten benim hiç değildiler.
Neydi eksik, neydi fazla,neydi aşk, neydi cefa çözemedim. Soramadım gururumdan, sadece kabullendim gidişleri, evet, bana öyle gelişleri.... Ardından birer birer hepsi evlendiler, anlayamadım bu evli barklı erkek psikolojilerine geçişleri... Ben galiba her evlenenin, evlenmeden önceki son kezbanı oldum. Onlar evlendi evlendi gitti,kalan ben her seferinde bomboş eller, bomboş kalp, bomboş beyin... Öldüm mü, yok mu saydım bilmiyorum... Her ikisi de ömrün aşksız kalması değil mi?
Fondaki şarkı : Lale Devri
Çok geç kalmışız canım, vakit bu vakit değil...
Eski radyolar gibi çatıya saklanmış aşk...
Öyle sanmışız canım, artık ölümsüz değil...
Leyla ile Mecnun gibi çoktan masal olmuş aşk...
Lale Devri çocuklarıyız biz, zamanımız geçmiş
Aşk şarabından kim bilir en son hangi şanslı içmiş?
Ben derim utanma iftihar et, sevmeyenler utansın
Aşksızlığa mahkum edildiyse bu dünya yansın!!!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder