Ankara’da yaşamadığım için henüz
birbirimizi görme fırsatını yakalayamamıştık. Tüm temaslarımızı telefon, mail,
facebook gibi sanal zeminlerdeydi. Havadan sudan sohbetlerin arasında ülke gündemindeki
olaylara geldik ve bana tamamen zıt görüşü savunduğunu farkettim. Üstelik olayın en acı tarafı; neyi – neden savunduğunu açıklayacak bilgiye sahip
olmayıp temelsiz bir tutum sergilemesi idi. Hayatta en gıcık olduğum insan tipi
olmasına rağmen buna da “demokratiklik” adı altında tahammül ettim. Herkes aynı
fikirde olacak değildi ya! “Neden savunduğunu da biliyordur da bana öyle gelmiştir”
dedim.
Kitap okumaktan yana nasibini
almamış, en son Cin Ali serisini bitirmiş bir insan olduğunu duyduğumda da “erkekler
zaten kitap okumaz ki? Bakınız Ali Taran” (Ayşe Özyılmazel tarafından bir
itiraf yazısını lütfen okuyun.) deyip
yine pembiş gözlükleri çıkartmamakta
direndim.
Kitabı, dünya görüşünü boşverip
ilişkilerine geldim. Daha öncekiler neden bitmişti, ne aşamaya gelmişti vs..
İki nişan aşamasından ayrılmış birisi olunca benim pembiş gözlükler çatırdamaya
başladı. İnsan ilişkileri bitirebilirdi ama nişanın bitmesi demek bir kız için
yağmurlu havadan önceki gök gürültüsünün işaretiydi. Bu sesi bile duymadım,
kulak tıkadım ya müstehak bana !
Gel zaman git zaman telefonda
konuşabileceklerimiz giderek azalmaya başladı. Ben yavaş yavaş görüşmek için
istekli olduğumu dile getirdim. Böyle konuş konuş nereye kadar değil mi ama?
Çalıştığımız için mecburen hafta sonu olacak bu görüşme; sanki Ankara, Yeni
Zelanda meridyenlerinde konumlandırılmışçasına uzadı. Artık telefon
konuşmalarımız her hafta sonu için plan yapmakla geçiyordu. Planları hazır edip
günü cumaya bağladığımızda aksilik bu ya, bir sebep yüzünden işler tersine
dönüveriyordu. Beş hafta boyunca bunu da yedim ! (Kendime burada terbiye
sınırları içerisinde bir yorum bile yapamıyorum!) Bekledim, bekledim, kızdım,
küstüm, anladım, sustum… Olmadı!
En son telefon konuşmalarımızda artık iyice samimi olmanın verdiği güvenle seks yapmaya bile başlamıştık. Hatta bu durum buraya geldiğinde otel odasında beraber kalma teklifine kadar gitti ve ben de ister istemez reddettim.
Ola ki ben bu adamı beğenmedim ne oteli, ne
odası değil mi ya? Israrlara varan teklifleri beni korkutmaya başladı. “Acaba
seksomanyak mıdır nedir?” diye düşünmekten kendimi alamadım yaniii.. Açık açık “yapma, kibar ol, korkuyorum”
dediysem de bir değişme görmedim ve en son ona bu konuda “evet” demediğim için
o haftaki gelişini de iptal etmesinin ardından bende kayış koptu ! Bir kavga ve
bir gürültünün ardından olaya noktayı koydum. Koyarken kendime bile
inanamayarak… Hala içimde bir ses “yok, gelecek, bu kadarını kaybetmeyi göze
alamaz” diyordu..
Eğer alırsa ben alamam diye korkup ona geri dönüşlerimi
engellemek için telefon numarasını, face kaydını, mail adresini herşeyini
sildim. Ben bu kadar süredir yapabileceklerimin limitini zorlarken karşı
tarafın bir seksomanyaklık ve cimrilik sınırında dolaşan cahil – cühela olmasına
geç de olsa ayıktım ! “Bir insan sadece sevişmek için o kadar yoldan gelir mi
ya ? Ya da sevişmeyeceğini duyunca "o kadar masrafa da girmeyeyim bari.." der mi? Git yanı başındakilerle seviş ama değil mi? Bir de arada aileler var
yaani, ben potansiyel hayat kadını mıyım canım?” yorumlarının arasında gece
uyumaya çalışırken hala aklımda bencillik ediyor muyum diye kendimi suçlama da
yok değildi. Belki başka bir sebebi vardı bana açıklayamadığı ve ben herşeyi
şımarıkça berbat ediyordum kendi isteklerim doğrultusunda… Neyse gün ola harman
ola, hele bir uyuyup uyanalım deyip olayı sakin kafayla düşünüp sevdiklerimle
beraber analiz etmek üzerine geleceğe erteledim.
Devamı yarın….
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder