6/9/12
Bizim için kendini ateşlere atan sevgili Tuncay Özkan’a …
Kaçıncı mektubum size bilmiyorum. Ama hala cevap vereceğinize dair umudumu koruyorumJ En son mektubumda ne yazmıştım bilmiyorum ama öncelikle yeni yaşınızı sevinçle kutluyorum. Nice sağlıklı, özgür yıllara inşallah, yariniz ve Nazlıcan ve bizimle birklte… 22-24 Ağustos tarihlerinde İstanbul’a Silivri’ye gelmek üzere yıllık izne ayrılmıştım.ç Gelecek olmanın verdiği heyecanla içim kıpır kıpırdı sizleri göreceğim için. Ama olmadı. Bayram dönüşü olduğu için zar zor bulabildiğim İstanbul otobüs biletini, o kadar heves, o kadar ümit boşa gittiL 22/8/12 sabahı İstanbula indiğimde aradığım Balbay’ın avukatı Çağrı Bey (belki de avukatın asistanıdır, bilemiyorum) duruşmanın 17/8/12 itibarı ile adli tatil nedeniyle 01/9/12ye kadar ara verdiğini söyledi. Yıkıldım ! Gerçekten şanssızlığım bu benim. Ama yine de fazla sitem etmiyorum, siz benim her an bilincimin bir kenarındasınız. Yüzünüzü görmesem de, duruşmada olmasam da…
Madem uzun bir ara verdik mektuplarıma, hemen açığı kapatalım. Sizinle ilgili planım iptal olunca ben de yeni bir İstanbul planı yaptım ve dönüş uçağını bekleyene kadar İstanbul’da vakit doldurdum. Bir arkadaşımla Büyükada’ya gidip bir gece kaldık. Büyükada’da gezemedik desem inanır mısınız? Her yeri kara çarşaflı tuhaf insanlar kaplamış. Yazılar Arapça’ya dönmüş. Menülerde, vapur saatlerinde bile Arapça yazıyor. İner inmez kalabalıktan yürümekte zorluk çekiyorsunuz zaten. İstiklal Caddesi bile daha tenhadır yani… Neyse güç bela, çarşı kısmına ulaşabildiğinizde Arapçaları görünce şaşkınlıktan garsona “karşı devrim mi oldu, neden her şey Arapça?” diye sordum. Garson güldü. Araplar çok sık geliyorlar dedi, ondanmış… Saçma buldum hayret bir şey bu bizdeki turistik yalakalık… Adaya gelirken vapurdaki insanların da hepsi neredeyse türbanlı. Adanın arka tarafında denize girilen plajda ise yine haşema krizi, kapalılar… İnanın İzmir’den gelen bir vatandaş olarak İstanbul’da sudan çıkmış balığa döndüm. Meğer İzmir’im gerçekten ne kadar demokratmış… Oysa geçen sefer geldiğimde İstanbul’da bu kadar yoğun bir şey hissetmemiştim. Neyse adada daha fazla barınamadık, Heybeliye gitme gereği duyduk. İnanın orası arap istalasına uğramadığı için bizi daha fazla tatmin etti. Orada güzel bir bisiklet turu yaptık, dağların tepesinden denize, İstanbula baktık çam dallarının arasında. İstanbul macerası benim için hiç de ümit etmediğim gibi sonlanarak bitti. Geldiğimde İzmirimin benim canım olduğunu anladım. Hani Bekir Coşkun demişti ya, Türkiye İzmir olduğunda bu memleket kurtulur diye.. Ya da Yılmaz Özdil; Türkiye’den sıkılınca İzmir’e giderim ben diye… Biliyordum ama bu kadar değil zannediyordum. Gerçekten öyleymiş. İyi ki İzmir vekilisiniz. Yoksa küserdim zaten sizeJ Bunları size ayrıntı ile yazıyorum ki, bir an olsun Silivri damından uzaklaşın, dışarı çıktğınızda nasıl bir tablo ile karşılaşacağınızı az çok hayal edebilin diye… Umarım faydası oluyordur.
Tatilde “hapiste yatacak adama öğütler” ve “apo neden yakalandı?” kitaplarınız bitti. Hapiste yatacak olana Öğütler kitabınız bir bayan olarak neredeyse tüm temizlik, yemek vs… konularını bildiğimiz için pek şaşırtıcı olmadıJ Ama zaten bunu siz de yazmışsınız, kadınlar bunu bilir, maçolar bilmez diye…Diğer kitap ise PKK sorunu tavan yapmışken çok iyi gitti. Şimdi merak ettiklerimi sizinle paylaşmak istiyorum. Belki cevap verebilirsiniz :
1. Yukarıda anlattığım Büyükada manzarası, 30 Ağustos kutlama törenlerinde çelenk koya kavgasına dönüştü. Nasıl bir manzara olduğuna ben şaşırmadım. Siz şaşırdınız mı? Ne olacak bu böyle, Atatürk yasaklanıyor artık bu ülkede…
2. Son seçimlerde bağımsız aday olmanızı takdir etmiştim, zira Y-CHP bana ve birçok kimseye göre artık br muhalet partisi değildir. Özellikle PKK’nın terör olaylarının tavan yaptığı bu dönemde Hüseyin Aygün gibi bir danışıklı dövüş meselesi CHP için büyük utançtır. Bir partinin üzerine kurulduğu değerlere sahip çıkması ve bağlı kalması gerekir. Oysa CHP, oy için eksen kayması yaşıyor, öyle değil mi? Kemal Kılıçdaroğlu’nun yere seçimlerinde oy kullanmaması veya unutması vs.. ortalıktan tüm gün kaybolmasını ben unutmadım ve yemedim. Bu durumda Baykal’ın CHP’si daha daha iyiydi, bz mi yanlış görüyoruz yoksa?
3. apo’nun bize teslim edilişini olayın siyasi yanının başlamasına bağladığınız kitabınızda bugün itibarı ile gelinen noktada bir değişiklik olmaması beni üzüyor. Hem bu kadar hak ve taviz verildi hem de terör durmak yerine hala da devam ediyor. Ve bugün gazetede Mustafa Mutlu’nun yazısı söyle diyor : AKP, 2002‘de iktidara geldiğinde terör dibe vurmuştu. Verdiğimiz şehitlerin sayısı azalmıştı.
AKP ilk iş olarak 22 Eylül 2003’te Dubai’de bir anlaşma imzaladı. ABD’yle imzalanan bu anlaşmaya göre Türk Silahlı Kuvvetleri, Kuzey Irak’a girmeyecek, Türkiye Cumhuriyeti de bunun karşılığında 1 milyar dolar hibe veya 8,5 milyar dolarlık uzun vadeli kredi alacaktı... Sonra terör adım adım tırmandı. CHP, 15 Eylül 2005’te Meclis‘te genel görüşme yapılmasını istedi. Bu istek, tıpkı bir ay önce olduğu gibi AKP oylarıyla reddedildi. 18 Nisan 2006‘da Terörle Mücadele Yasası’nın 6. maddesi değiştirildi. “Etkin pişmanlık” adı altında teröristlere af çıkarıldı, çok sayıda terörist bundan yararlanarak serbest kaldı. Ne oldu da, Öcalan’dan vazgeçildi? Tam olarak da vazgeçilmeyip yaşamasına müsaade edildi? Bunları anlatabilir misiniz bilmiyorum? Ortalıkta dolanan söylentiler ABD’nin Arap Baharı ile ilgili bir harita oluşturduğu ve bunu her partinin önüne koyduğu, kimsenin kabul etmediği sadece AKP’nin onay verdiği ve bu nedenle onların seçildiği ile ilgili. Bu haritada ülkemizin güneyi ve doğusu Kürdistan’a ait. Tabii bu sadece bir söylenti ama artan terör ve aciz kalan Türkiye ve bekleyen bir ordu ile ne düşünülebilir bilmiyorum.
AKP ilk iş olarak 22 Eylül 2003’te Dubai’de bir anlaşma imzaladı. ABD’yle imzalanan bu anlaşmaya göre Türk Silahlı Kuvvetleri, Kuzey Irak’a girmeyecek, Türkiye Cumhuriyeti de bunun karşılığında 1 milyar dolar hibe veya 8,5 milyar dolarlık uzun vadeli kredi alacaktı... Sonra terör adım adım tırmandı. CHP, 15 Eylül 2005’te Meclis‘te genel görüşme yapılmasını istedi. Bu istek, tıpkı bir ay önce olduğu gibi AKP oylarıyla reddedildi. 18 Nisan 2006‘da Terörle Mücadele Yasası’nın 6. maddesi değiştirildi. “Etkin pişmanlık” adı altında teröristlere af çıkarıldı, çok sayıda terörist bundan yararlanarak serbest kaldı. Ne oldu da, Öcalan’dan vazgeçildi? Tam olarak da vazgeçilmeyip yaşamasına müsaade edildi? Bunları anlatabilir misiniz bilmiyorum? Ortalıkta dolanan söylentiler ABD’nin Arap Baharı ile ilgili bir harita oluşturduğu ve bunu her partinin önüne koyduğu, kimsenin kabul etmediği sadece AKP’nin onay verdiği ve bu nedenle onların seçildiği ile ilgili. Bu haritada ülkemizin güneyi ve doğusu Kürdistan’a ait. Tabii bu sadece bir söylenti ama artan terör ve aciz kalan Türkiye ve bekleyen bir ordu ile ne düşünülebilir bilmiyorum.
4. Ordu demişken gazetede Yarbay Mustafa Dönmez’in oğlu ile ilgili acı haberi sizin verdiğinizi okudum. Böylesi bir yürekliliği hangi cümlelerle bezediniz, nasıl bir tasvir yaptınız gerçekten çok merak ettim ve sizi bir kez daha yürekliliğinizden ötürü takdir ettim.
5. Veee gelelim asıl önemli habere. Uğur Dündar’ın “iyi uykular sayın seyirciler” kitabını okumuştum iki ay kadar önce. Evde adettir; ayrı evlerde yaşasak bile annem ve kardeşimle kitapları değiştiririz. Annem de bu vesile ile okudu kitabı. “Su gibi bitti, aman ne olacak, samizdatla mukayase bile kabul etmez” diye de yorumunu yaptı annem. Ben de aynı fikirdeydim zaten ama kitapta kendisini o kadar cesaretli anlatmış ki yazar, yazılanlar arasında kronolojik bir sıralama olmamasına ve bir kitaptan çok gazete yazılarının derlenmesi formatında olmasına rağmen beğenmiş ve kendisini de mağdur sıfatında görmüştüm. Birkaç hafta önce annem bir imza gününde uzun uzun kuyrukta beklemiş. Sıra kendine geldiğinde Uğur Bey yüzüne bile bakmadan kitabı imzalamaya koyulmuş ki; annem şöyle demiş; ”sayın Dündar, Samizdat’ı okudum.” Samizdat lafını duyar duymaz Uğur Bey kafasını kaldırıp anneme bakmış. Annem devam etmiş : “samizdatta Yaşar Kemal gibi dünyanın kabul ettiği bir yazar, bir açlık grevi – bir oturma eylemi yapsa bütün yazarları yanına alsa, dünyanın tepkisini Silivri’deki tutuklular üzerine çekemez mi? diye soruyor Soner Yalçın. Yaşar Kemal yapmıyorsa, siz örnek olun, siz başlatın“ Uğur Dündar bu sözlerin üzerine sadece acı acı “korkuyoruz, bizi de içeriye alırlar” diye demiş. Annem bana bu olayı anlattı. Bunu şununla bağdaştırdım. Çeşitli internet sitelerinde sizin Uğur Dündar’a kazık attığınızla ilgili yazılar var. Arena’nın Ankara temsilcisi iken Uğur Bey sizin elinizden tutmuş ve siz sonra ona kazık atmışsınız, Show Tv’ye transfer olmuşsunuz vs… Bunu okuyunca yukarıdaki olayla birleştirdim. Uğur Bey korkuyor, siz ise korksanız bile boyun eğmiyorsunuz. Gözümde duruş pozisyonlarınız değişti. Ama bir de açıklamasını sizden dinlemek isterdim tabii. Vaktiniz varsa, yazmanız dileği ile…
Kitapta yazdığınız; duruşmada “Kemalleri çoğalttınız” diyerek suçlu bulunduğunuz olayı kahkahalar atarak ve göz yaşları içinde okudum. Böylesi saçma dialogların yaşandığı dava sizi tutuklasa öbür tarafta katiller serbest bırakılsa bile siz bizim vicdanlarımızda hürsünüz. Gerisi de pek önemli değil zaten. Malta Sürgünleri gibi olsun, Nazım Hikmetler gibi olsun, Aziz Nesin gibi olsun, ben hapiste yatmayana yazar diyemiyorum ülkemde, ne yazık ki bu böyle… Ve öyle bir ortam görüyorum ki, inanın 1920’lerin tekerrüründen ibaret. Sanırım tek kurtuluş gazetecilerden ve/veya Silivri tutuklularından oluşan bir hükümetle duruma el koymak olacak. Siz, Balbay, Adil Serdar Saçan, Soner Yalçın, Barış Terkoğlu, Barış Pehlivan vs… hepiniz hükümeti devralsanız, ülkede sorun morun kalmaz. Umudumuz çıkacağınız yönünde, yeniden buluşabilmek dileği ile…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder