Hakkımda

Uzun yıllardır yalnız birinin hikayeleridir bunlar. Kendinizden birşeyler bulmanızı dilerim.

31 Ocak 2013 Perşembe

Silivri'ye Mektuplar -19-


                  28/1/13
Canımın kanayan yarası Balbayıma…

Uzuuun sürelerdir yazamadım, en nihayetinde “şükür kavuşturana” diyorum:)

Öncelikle Soner Yalçın’ın çıkışı nasıl bir sevinç yarattı bünyemde anlatamam… Beynim uyuştu diyebilirim. İşin garip tarafı, çıkışına bu kadar sevinmenin ardından “ne oluyor, neden salıverildi acaba, işin altında başka bir iş mi var?” diye de hayıflanıyorum. Tabiri caizde “öküz altında buzağı arıyorum.”

Soner’in çıkışının ardından onu kanallarda daha çok görmeye başladık. Hatta ilk defa gördük desem yeri.. Sesi o kadar değişik ki, hep kalın sesli hayal etmişim ben, hayallerimdekinden tiz çıktı sesi, alışmakta zorluk çektim açıkçası… Bize yansıdığı kadarı ile Soner, o yaşadığı korkuları (öldürülme tehditleri, kameralardan uzak kalma çabası vs…) atmış. Silivri, bu anlamda onun için bir kırılma noktası olmuş sanırım. Artık “bundan daha fazla batamam herhalde” deyip koyverdi kendini… İyi ki de koyverdi, nasıl özlemişiz onu, onun gibileri…

24/01/13te Uğur Mumcu’nun katledilişinin yıldönümünde TGB xx sahnesinde bir etkinlik düzenlemiş, cep telefonlarımıza mesaj ile bildirildi. Ben de Uğur Dündar ve Soner Yalçın ismini duyunca “tabii ki kambersiz düğün olmaz” deyip iş çıkışı koşa koşa gittim. Alelacele bir yemek ve ardından bir çay içtikten sonra sanki biletli konsere gidiyormuşum gibi koyuldum yola. Mekana vardığımda “eyvah” dedim, çünkü insanlar yollara taşmışlardı. Benim o yemek ve çayla kaybettiğim zamanda insanlar koltuk aralarına oturmuşlar, koltuklar zaten 18:00 gibi dolmuş. Bize kala kala kapının yanı kalmış. Öyle ki sahne bile görünmüyor, sadece sesler duyuluyor… Boy yönünden fazla uzun olmadığım için “işkence” başladı dedim. Benden sonra gelenler de oldu, ittire ittire balık istifi gibi 1 adım bile olsa salona girebildik, en azından kapının yanından kurtuldum. Sanırım cm2’ye 3 insan düşüyordu dersem abartmış olmam… Böyle bir kalabalık AKP’nin bedava kömür kuyruklarında bile olmaz. Bu insanlar oraya bedava bir şey almak için gitmediler. Üstüne üstlük, saatlerce ayakta ve sırtımda diğer insanların ittirme baskısını hissederek sadece ve sadece Soner’i görmek için bekledim, bekledik. Soner’i 20 -30 m uzaktan bile olsa bu kadar yakından görmek nasıl bir duygu anlatamam.. Çok karizma duruyordu… Birçok sanatçının ardından (Ümit Zileli de konuşma yaptı bu arada) Uğur Dündar çıktı sahneye ve salon alkıştan yıkıldı… Fazla konuşmayacağım deyip bir fıkra ile bağladı ki bilmiyorsanız yüzünüzü gülümsetsin diye hemen yazıyorum buraya :
uğur 
Napolyon Bonapart birgün yeniden dirilir ve Obama ile Beyaz Saray’da yemek yer.. Obama ile karşılıklı kadeh tokuştururlar ve Napolyon der ki: “Sayın Obama, siz o kadar güçlüsünüz ki, sizdeki silahlar bende olsa Waterloo savaşını kaybetmezdim”. Obama gülümser, kadehleri tekrar vururlar, sohbet devam eder…

Bir zaman sonra Napolyon Putin ile Kremlin’de bir araya gelir. Yine sohbet, yine yemek, yine kadehler… Votkalar… Napolyon der ki : “Sayın Putin, siz o kadar güçlüsünüz ki, sizdeki nükleer enerji bende olsa, Waterloo savaşını kaybetmezdim.” Putin gülümser, kadehleri tekrar vururlar, sohbet devam eder…

Bir zaman sonra da en nihayetinde Ankara’ya gelir. Çankaya Köşkünde Recep Tayyip Erdoğan ile yemek yenir, sohbet edilir, su kadehleri tokuşturulur… Napolyon der ki : “ Sayın Erdoğan, siz o kadar güçlüsünüz ki, eğer sizdeki basın bende olsa idi, Waterloo savaşını kaybettiğimi kimse duymazdı.”

Artık bunun üzerine Erdoğan gülümser mi, yoksa “daha da Ankara’ya gelme, sana da ihtiyacımız yok” deyip Napolyon’a Esenboğa Havalimanını gösterip ülkeden kovar mı bilmiyoruz. Fıkra burada bitiyor.

Uğur Dündar bu fıkrayı anlattığında salonda alkışlar yırtıldı.. Kahkahalar patladı…
Ardından Soner çıktı, ıslıklar – alkışlar gırla…Sonerin konuşmasında konu Uğur Dündar’ın artık faal bir rol almasına gelip İstanbul Belediye Başkan Adaylığına layık görülmesiyle bir alkış daha… Arkamdakiler bağırıyorlar : “Burası xxx ama biz adamı İstanbul’dan belediye Başkanı yaparız” Nasıl gülmek, nasıl bir keyifli an anlatamam. O kadar kalabalığa ve izdihama rağmen insanların sinir olmak yerine espriler yapabildiği ender ortamlardan biri..

Velhasıl, biz Uğur Dündar’ı  İstanbul Belediye Başkanı seçtik. Keyifli bir gecenin ardından yağmurun ıslattığı yollarda evlere dağıldık. Ayaklara kara sular inmiş, sırtım itilmekten ötürü felç olmuş halde de olsa bu ülkenin hala umut vaat ettiğine inandık, inandırıldık.

Bu ortamda vekilimizi unutur muyuz sandınız… Soner Yalçın “Silivri’dekiler burada, bu ortamda” dediğinde önce “Balbay” adı bağırıldı, alkışlandı… Ardından Haberal, Fatih Hilmioğlu, Doğu Perinçek, Tuncay Özkan… Hatta bir ara “Balbay’a özgürlük için pankart açılacak” dediler arkamızdan ama o kadar kalabalıktı ki, pankart açacaklar salona giremedi. Ümit Zileli de sizin o günkü yazınıza atıfta bulundu. “Baktılar ki öldür öldür bedenler ölüyor ama düşünceleri ölmüyor, şimdilerde içeri atıyorlar amaç ruhları öldürmek“ dedi.
Kimse sizi unutmadı Balbayım… Belki sizi ziyarete gelemiyoruz, her zaman mektup yazamıyoruz, daha ne yapılması gerektiğini bilmiyoruz ama sizi seviyoruz, sizi unutmuyoruz. N’olur dayanın, sol memenin altındaki cevahiri karartmayın…

Dünyadan, memleketinden, insandan umudum kesik değil diye
İpe çekilmeyip de atılırsan içeriye,
Yatarsan on yıl, on beş yıl
Daha da yatacağından başka,
‘Sallansaydım ipin ucunda bir bayrak gibi keşke’’
Demeyeceksin !
Belki bahtiyarlık değildir artık, boynunun borcudur fakat,
Düşmana inat bir gün fazla yaşamak.

İçerde bir tarafınla yapayalnız kalabilirsin,
Kuyunun dibindeki taş gibi.
Fakat öbür tarafın dünyanın kalabalığına öylesine karışmalı ki,
Sen ürpermelisin içerde,
Dışarıda kırk günlük yerde yaprak kımıldasa.
İçerde mektup beklemek, yanık türküler söylemek bir de,
Bir de gözünü tavana dikip sabahlamak
Tatlıdır ama tehlikelidir.

Tıraştan tıraşa yüzüne bak, unut yaşını, koru kendini bitten,
Bir de bahar akşamlarından;
Bir de ekmeği
Son lokmasına dek yemeği,
Bir de ağız dolusu gülmeyi unutma hiçbir zaman.
Bir de kimbilir,
Sevdiğin kadın sevmez olur,
Ufak bir iş deme,
Yemyeşil bir dal kırılmış gibi gelir,
İçerdeki adama.
İçerde gülü, bahçeyi düşünmek fena,
Dağları, deryaları düşünmek iyi.
Durup dinlenmeden yazmayı,
Bir de dokumacılığı tavsiye ederim sana,
Bir de ayna dökmeyi.
Yani içerde on yıl, on beş yıl, daha da fazla hatta geçirilmez değil,
Geçirilir…
Kararmasın yeter ki
Sol memenin altındaki cevahir!

Nazım Hikmet
 

Hiç yorum yok: