2013 hızlı
başladı tıpkı geçen seneki gibi…
Bir hafta önce
bugün yani 10/01/2013’te akşam aniden çalan telefonun ilk sesinde anlamıştım
bir tuhaflık olduğunu… Gelen telefonu “tamam” diyerek kapattım ama bu aslında “öfff”
demekti. 35 yaşında ihracat firması olan bir adam “sadece bana doğruyu söylesin”
diyerek evlenme isteğini bile getirmiş ve akla ilk gelen ben olmuştum. İlk
bakışta çok masumane görünen bu isteğin altında hangi alınmış ahlar ve hırsla
atılacak adımlar yatıyordu bilmiyorum ama tahmin edebiliyordum. Telefonu,
lafları ağzımda geveleyerek –mecburen evet diyerek ama altında “yeni acılar
yaşamaktan bıktım siz hala yorulmadınız mı?” diyerek- kapattım. Sonra da dedim
ki, “ihracat firması sahibiymiş, yuh artık, olsa olsa çalışanıdır, insanlar ne
kadar atıyorlar yaaaa…”
Modern görücü
usulünün tanışma ortamı olan faceden arkadaş olarak eklendim. Tip, bugüne kadar
alışkın olduklarımdan daha da çirkindi. Zaten ben hiç yakışıklıya
rastlamamıştım ki, şaşırtıcı değildi sadece alışkın olmadığım bir yüzdü. Ardından
nette ufak bir araştırma yaptım ve 10.000.000 usd ciro civarında bir firmanın
sahibi olduğunu ve büyük başarılarının gazetelerde yer aldığını gördüm. Hayret,
ilk defa bana verilen bilgiler abartısız doğruydu. İyi de bu işte bir terslik
olmalıydı, mutlaka bir eksiklik olmasına kendisini alıştırmış kalbim dehşete
düşmüştü. Bu dehşete yavaş yavaş adapte olmak durumundayken beklenen adım
gelmediği için –kafama ağrılar girecek kadar beynimi zorladıktan vee ağrı
kesicilere muhtaç olduktan sonra – ben ilk mesajı yazdım. Sonra bir daha.. Ve
işlerin yoğunluğundan dolayı bir cevap gelmedi.
Aslında cevap
gelmemesi çok önemli değildi, sadece tecrübeler geçmişi işaret ettiği için
kabuk tutan yaralar sızlıyordu… Sızı her defasında deride değil beyinde
atıyordu, katlanıyordu… Oğuzun bıraktığı yarada, her seferinde işlerini bahane
edip beni bir başka güne ümitlendirmeye devam yarasının sızladığı gibi… Bir “tık”
sonrasında ise; işten arta kalan
zamanlarda zaten bunca seneyi ayrı geçirdiklerimizin acısını çıkartmak için
olacak ortak anlarımızın iş nedeniyle ertelendiğini ve giderek yalnızlaştığımı
düşündüm. Zaten oluşmamış olan hevesim gitgide kaçtı…
Bunun neden bu
kadar büyütülecek bir durum olmasına gelince, şöyle: Aslında yürümeyi bilen bir
insan için adım atmak bilinçli yapılan bir şey değildir, otomatik yapar insan
bunu. Ama insan arda arda çok düşmüşse ve üstü başı fena halde yara bere
içindeyse artık düşmemek için ne kadar dikkatli yürürse yürüsün, kendini yine
çukurda bulur ya ben de kendimi bu kadar kişi enkazından sonra elimdekinin kıymetini
bilmek için ne kadar özen gösterirsem göstereyim hep aynı sonda buluyordum.
Artık kendim olmaktan çıkıp hep bir önceki seferdeki yanlışlıklarımı
denemeyeyim derken tuttuğum her yol yeni bir “kayba” sebebiyet veriyordu. “Hayat”lar
ellerimde son buluyordu!!! Bir ilişkiyi bile beceremeyen bana armağan: Göksel…
“Senin
gökyüzünde benim yerim yoktu, kuru dallarında kanatlarım kırıldı koptu…
Senin
toprağında benim yerim yoktu, kader aynı sondu, yazdığı son hikaye buydu…
Yanlış yerde
uçuyor bu kuş..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder