Hakkımda

Uzun yıllardır yalnız birinin hikayeleridir bunlar. Kendinizden birşeyler bulmanızı dilerim.

31 Ocak 2013 Perşembe

Silivri'ye Mektuplar -19-


                  28/1/13
Canımın kanayan yarası Balbayıma…

Uzuuun sürelerdir yazamadım, en nihayetinde “şükür kavuşturana” diyorum:)

Öncelikle Soner Yalçın’ın çıkışı nasıl bir sevinç yarattı bünyemde anlatamam… Beynim uyuştu diyebilirim. İşin garip tarafı, çıkışına bu kadar sevinmenin ardından “ne oluyor, neden salıverildi acaba, işin altında başka bir iş mi var?” diye de hayıflanıyorum. Tabiri caizde “öküz altında buzağı arıyorum.”

Soner’in çıkışının ardından onu kanallarda daha çok görmeye başladık. Hatta ilk defa gördük desem yeri.. Sesi o kadar değişik ki, hep kalın sesli hayal etmişim ben, hayallerimdekinden tiz çıktı sesi, alışmakta zorluk çektim açıkçası… Bize yansıdığı kadarı ile Soner, o yaşadığı korkuları (öldürülme tehditleri, kameralardan uzak kalma çabası vs…) atmış. Silivri, bu anlamda onun için bir kırılma noktası olmuş sanırım. Artık “bundan daha fazla batamam herhalde” deyip koyverdi kendini… İyi ki de koyverdi, nasıl özlemişiz onu, onun gibileri…

24/01/13te Uğur Mumcu’nun katledilişinin yıldönümünde TGB xx sahnesinde bir etkinlik düzenlemiş, cep telefonlarımıza mesaj ile bildirildi. Ben de Uğur Dündar ve Soner Yalçın ismini duyunca “tabii ki kambersiz düğün olmaz” deyip iş çıkışı koşa koşa gittim. Alelacele bir yemek ve ardından bir çay içtikten sonra sanki biletli konsere gidiyormuşum gibi koyuldum yola. Mekana vardığımda “eyvah” dedim, çünkü insanlar yollara taşmışlardı. Benim o yemek ve çayla kaybettiğim zamanda insanlar koltuk aralarına oturmuşlar, koltuklar zaten 18:00 gibi dolmuş. Bize kala kala kapının yanı kalmış. Öyle ki sahne bile görünmüyor, sadece sesler duyuluyor… Boy yönünden fazla uzun olmadığım için “işkence” başladı dedim. Benden sonra gelenler de oldu, ittire ittire balık istifi gibi 1 adım bile olsa salona girebildik, en azından kapının yanından kurtuldum. Sanırım cm2’ye 3 insan düşüyordu dersem abartmış olmam… Böyle bir kalabalık AKP’nin bedava kömür kuyruklarında bile olmaz. Bu insanlar oraya bedava bir şey almak için gitmediler. Üstüne üstlük, saatlerce ayakta ve sırtımda diğer insanların ittirme baskısını hissederek sadece ve sadece Soner’i görmek için bekledim, bekledik. Soner’i 20 -30 m uzaktan bile olsa bu kadar yakından görmek nasıl bir duygu anlatamam.. Çok karizma duruyordu… Birçok sanatçının ardından (Ümit Zileli de konuşma yaptı bu arada) Uğur Dündar çıktı sahneye ve salon alkıştan yıkıldı… Fazla konuşmayacağım deyip bir fıkra ile bağladı ki bilmiyorsanız yüzünüzü gülümsetsin diye hemen yazıyorum buraya :
uğur 
Napolyon Bonapart birgün yeniden dirilir ve Obama ile Beyaz Saray’da yemek yer.. Obama ile karşılıklı kadeh tokuştururlar ve Napolyon der ki: “Sayın Obama, siz o kadar güçlüsünüz ki, sizdeki silahlar bende olsa Waterloo savaşını kaybetmezdim”. Obama gülümser, kadehleri tekrar vururlar, sohbet devam eder…

Bir zaman sonra Napolyon Putin ile Kremlin’de bir araya gelir. Yine sohbet, yine yemek, yine kadehler… Votkalar… Napolyon der ki : “Sayın Putin, siz o kadar güçlüsünüz ki, sizdeki nükleer enerji bende olsa, Waterloo savaşını kaybetmezdim.” Putin gülümser, kadehleri tekrar vururlar, sohbet devam eder…

Bir zaman sonra da en nihayetinde Ankara’ya gelir. Çankaya Köşkünde Recep Tayyip Erdoğan ile yemek yenir, sohbet edilir, su kadehleri tokuşturulur… Napolyon der ki : “ Sayın Erdoğan, siz o kadar güçlüsünüz ki, eğer sizdeki basın bende olsa idi, Waterloo savaşını kaybettiğimi kimse duymazdı.”

Artık bunun üzerine Erdoğan gülümser mi, yoksa “daha da Ankara’ya gelme, sana da ihtiyacımız yok” deyip Napolyon’a Esenboğa Havalimanını gösterip ülkeden kovar mı bilmiyoruz. Fıkra burada bitiyor.

Uğur Dündar bu fıkrayı anlattığında salonda alkışlar yırtıldı.. Kahkahalar patladı…
Ardından Soner çıktı, ıslıklar – alkışlar gırla…Sonerin konuşmasında konu Uğur Dündar’ın artık faal bir rol almasına gelip İstanbul Belediye Başkan Adaylığına layık görülmesiyle bir alkış daha… Arkamdakiler bağırıyorlar : “Burası xxx ama biz adamı İstanbul’dan belediye Başkanı yaparız” Nasıl gülmek, nasıl bir keyifli an anlatamam. O kadar kalabalığa ve izdihama rağmen insanların sinir olmak yerine espriler yapabildiği ender ortamlardan biri..

Velhasıl, biz Uğur Dündar’ı  İstanbul Belediye Başkanı seçtik. Keyifli bir gecenin ardından yağmurun ıslattığı yollarda evlere dağıldık. Ayaklara kara sular inmiş, sırtım itilmekten ötürü felç olmuş halde de olsa bu ülkenin hala umut vaat ettiğine inandık, inandırıldık.

Bu ortamda vekilimizi unutur muyuz sandınız… Soner Yalçın “Silivri’dekiler burada, bu ortamda” dediğinde önce “Balbay” adı bağırıldı, alkışlandı… Ardından Haberal, Fatih Hilmioğlu, Doğu Perinçek, Tuncay Özkan… Hatta bir ara “Balbay’a özgürlük için pankart açılacak” dediler arkamızdan ama o kadar kalabalıktı ki, pankart açacaklar salona giremedi. Ümit Zileli de sizin o günkü yazınıza atıfta bulundu. “Baktılar ki öldür öldür bedenler ölüyor ama düşünceleri ölmüyor, şimdilerde içeri atıyorlar amaç ruhları öldürmek“ dedi.
Kimse sizi unutmadı Balbayım… Belki sizi ziyarete gelemiyoruz, her zaman mektup yazamıyoruz, daha ne yapılması gerektiğini bilmiyoruz ama sizi seviyoruz, sizi unutmuyoruz. N’olur dayanın, sol memenin altındaki cevahiri karartmayın…

Dünyadan, memleketinden, insandan umudum kesik değil diye
İpe çekilmeyip de atılırsan içeriye,
Yatarsan on yıl, on beş yıl
Daha da yatacağından başka,
‘Sallansaydım ipin ucunda bir bayrak gibi keşke’’
Demeyeceksin !
Belki bahtiyarlık değildir artık, boynunun borcudur fakat,
Düşmana inat bir gün fazla yaşamak.

İçerde bir tarafınla yapayalnız kalabilirsin,
Kuyunun dibindeki taş gibi.
Fakat öbür tarafın dünyanın kalabalığına öylesine karışmalı ki,
Sen ürpermelisin içerde,
Dışarıda kırk günlük yerde yaprak kımıldasa.
İçerde mektup beklemek, yanık türküler söylemek bir de,
Bir de gözünü tavana dikip sabahlamak
Tatlıdır ama tehlikelidir.

Tıraştan tıraşa yüzüne bak, unut yaşını, koru kendini bitten,
Bir de bahar akşamlarından;
Bir de ekmeği
Son lokmasına dek yemeği,
Bir de ağız dolusu gülmeyi unutma hiçbir zaman.
Bir de kimbilir,
Sevdiğin kadın sevmez olur,
Ufak bir iş deme,
Yemyeşil bir dal kırılmış gibi gelir,
İçerdeki adama.
İçerde gülü, bahçeyi düşünmek fena,
Dağları, deryaları düşünmek iyi.
Durup dinlenmeden yazmayı,
Bir de dokumacılığı tavsiye ederim sana,
Bir de ayna dökmeyi.
Yani içerde on yıl, on beş yıl, daha da fazla hatta geçirilmez değil,
Geçirilir…
Kararmasın yeter ki
Sol memenin altındaki cevahir!

Nazım Hikmet
 

25 Ocak 2013 Cuma

Kukla


                                                                                                                                              24/01/2013

İçimde bir fırtına var bastırmaya çalıştığım… Depresyonun tam da ortasında mıyım yoksa eşiğinden yırtmaya mı çalışıyorum anlayamıyorum.
Konu; babamdan sonra özgürlükleri arasında sapıtan annem… Şu aralar annemi eskisi kadar sevmiyorum, sevmeyi bırak nefret boyutundayım. Görecek gözüm yok ancak nedense kabul etmek istememe rağmen gelmek konusunda ısrarlı davranıyor.
Bu durumun üç sebebi var  :

1_ Her zaman olan ve benim bir şekilde aldırış etmediğim evlat kayırmacılığın, en son kardeşimin beni ziyarete geldiği dönemde artık çekilemez noktaya gelmesi. Çünkü yaklaşık olarak 3 aydır beraber kaldığım annem, yalnızken çok sevimliyken, kardeşim geldiğinde beni üvey yerine koyup sürekli buyruklar yağdırıyor. Bunun sebebini ya da neden birimizin tercih edilmesi gerekliliğini hiçbir zaman anlayamamakla beraber artık bu durumuna isyan ediyorum zira bardak taştı. Örneğin, ben kardeşime gitsem o işten geldiği için benim işleri yapmamı salık veriyor, ama ben işten geldiğim zaman sen kalk yap onlar “misafir” diyor. Ya da bir başka örnek; ben kardeşime gittiğim zaman arabayla ilgili bir mevzu geçmezken o buraya geldiğinde “arabayı verirsin” diye talimat yağdırması var. Sorun araba ya da iş yapma ya da misafir olması sorunu değil. Bunları annem söylemeden de ben yaparım, ama annem sanki ben tam tersini yapıyormuşum gibi salık verince dengelerim şaşıyor. Çünkü zaten ben böyle yapıyorum, bunun söylenmesine ne gerek var? Ya da söyledin diyelim diğerine yüklenmeye ne gerek var? Benim eve geldiğim saatler problemlerin açıldığı saatler oluyor. Ağzımı açsam, kavga edilmesi durumu var ki, bunun neden olduğunu hala çözemedim. Kardeşimle yalnızken problem olmayan şeyler, annem varken probleme dönüşüyor çünkü annem terazinin dengelerini bozuyor. Bu durumun babamdan sonra daha da belirginleşmesi ise başka bir sebep. Zira babam varken annem pek kıpırdayamazdı, şimdilerde ise bizi yalnız bırakmıyor. Babamın set olması durumu bitince annem çağlayana dönüştü ve beni boğuyor.

2_ Annemi aslında hep sevmişimdir, bugüne kadar olan düşüncelerine tecrübelerine değer vermişimdir. Benim iyiliğimi isteyecek ilk kişi olduğuna inanmışımdır. Bu gerçekler tabii ki su götürmez ama bunların yanında bir yan etki daha ortaya çıkıyor ki, ne yazık ki tüm bunları yaparken beni kuklaya dönüştürmüş. Bunu çok geç fark ettiğim için, geçen zamanlara çok acıyorum. Zamanı geriye alabilsem ilk af dileyeceğim kişi ilk sevgilim Ab…  olurdu. Zira benim de onunla pek anlaşamadığım noktalar vardı ama soruları ile kafamı yıkayan, benim içimdeki şüpheleri büyüten ve ayrılmamızı körükleyen kişinin annem olduğunu fark etmek çok acı… Diğer yandan arada olanları geçelim, en son hayatıma giren kişinin annem yüzünden bozulması ise başka bir acı tablo. Anneme “sus” dediğim zamanlarda susmayıp garip bir şekilde ağzının esiri olduğu içindir ki, büyü bozuldu ve ben kesin gözüyle baktığım insana arkamı dönmek zorunda kaldım. Aslında ikimiz arasında küsüp barışmayla sonuçlanabilecek bir olay, annemin ağzından çıkan laflar nedeniyle geriye dönülemez bir hal aldı. Yani annem benim hayatıma ilk giren insanı da son giren insanı da çıkartmayı başardı.

3_ İkinci şıkka ilaveten kendi hatasını anlayıp beni serbest bırakmak yerine bana yeni koca adayları bulma konusundaki çabasını da es geçmemek lazım. Beni gereğinden fazla bir biçimde evde kalma durumuna soktu. Ben ölürsem yalnız kalacaksın deyip deyip giriştiği çabalar beni hüsrana sürüklüyor. Bunun son örneği M....

Tüm bu sorunların birleşimi içimde bir volkana dönüştü. Habersiz gelişleri, beni itip kakışları, bana koca bulmaya çalışmaları ya da hayatıma giren kişileri bir şekilde berbat etmeleri ile annem sınırı aştı. Üstelik ben yine de bunları tolere ederken, kendisinin bana bir laf arasında “ben evlenmek istesem kimse bana karışamaz” demesi beni şoka soktu. Evet, bu doğru, kimse kimseye karışamaz ama ben henüz gençliğim başındayken bu kadar güvenemiyorum, senin dediklerine önem veriyorum. Veriyormuşum ! Dememişim hiç, “ben özgür bir insanım, evlenmek istersem kimse karışamaz” Yazık bana ! Gerçekten yazık, bugün kadar kaybettiğim zamanlar ve adamlar için…

Ama zararın neresinden dönülse kardır, bundan sonra 31 yaşımda en azından annem yokmuş gibi davranıyorum ve cumartesi günü psikoloğumla randevumdan sonra barlarda dağıtıyorum.
Haa bu akşam ki zorla ziyaretinin ardından tabii kendisini boğmazsam ya da o beni boğmazsa:)
Yarına sağ kalırsam ne olduğunu da yazarım. 

23 Ocak 2013 Çarşamba

Bir Demet Terk


                                                                                                                       23/1/13

Sen yaşadığım tek pişmanlığım
Yüzümdeki çizgim kalbimdeki ahım
Sığındığım liman sarıldığım yılan bir baş belası…
Sen her gördüğümde acıyarak baktığım
Ve ağıtlarla arkamda bıraktığım
Hayat
ımın en büyük hatasısın sen !

Ve ben bir gülüşün uğruna dünyayı veren
Karşılıksız çıkarsız delice seven
Bugünlerde seni kalem kalem silen…

Yine ben kaçırdığın belki de en büyük şansın
İlk göz ağrın hesapta yol 
arkadaşın
Şimdilerde izine az rastladığın..

Son günlerin liste başı şarkısı..

İlk duyduğum an içimin tellerini titreten, tüylerimi ürperten bir “aldanma” hikayesi… 

Aldanmanın ardından akıllanma gelir mi her zaman, bilinmez ama pişmanlık ancak bu kadar etkili anlatılabilirdi… Belki bu etkide şarkının sahibinin başından geçen olaylar da etkili olabilir hepimiz bir “demet”iz aslında.. Düşündüm - içimdeki demete sordum – “benim hayatımda bu şarkının mimarı kim olabilir?” dedim… İnan bulamadım, bu kadar ağır bir şey yaşamadım. Belki yaşadım ama bu kadar acılanmadım. Belki acılandım, o insan mutlu da olamasın istedim bensiz ama en nihayetinde yılan tabirini hiç kullanmadım. Bilirim ki, hayatıma giren her kişi bana bir güzellik kattı, giderken bana bir yaş daha büyüme imkanı bıraktı… Keşke hayatımdan gitmeselerdi, o acılar sadece “güzellikler” olarak kalsaydı anılarda.. Keşke… Bu keşkenin sahibi en azından Oxxx… Hayatımdan gitmemesi isteyebileceğim hala tek kişi…Bu kadar kişiden sıyrılan, onu farklı kılan acaba geldiği zamanın (babamın) ölümün yarattığı yıkılmışlık mıydı bilmiyorum ama ben sanırım onu her şartta ve her zamanda sevebilme yeteneğine sahip olurdum.

Yollarımızın ayrılmasında hayatın bana nasıl bir hediye ve hayır sunduğunu hala anlayamasam da, ardından başka başka insanların heyecanlarını yolculasam da, o başkaydı. Ağıtlarla arkamda bıraktım evet, ama asla bir yılan olmadı o sarıldığım, her gördüğümde acıyarak baktığım veya hayatımın en büyük hatası ya da kaçırdığım en büyük şansı… İyi ki dedim, iyi ki geldin hayatıma… Gidecek olsan da…



19 Ocak 2013 Cumartesi

Sevdiğim Sözler

Umudun kalacağına emeğin kalsın...

İte dalaşacağına çalıyı dolaş...

Gönül umduğuna küser...

Talep ettiği kadarını ver...

Öldürmeyen allah bu hafta fikir değiştirecek...

Kardeş; mecburi bir arkadaş... Arkadaş; seçilmiş bir kardeş...

Karakterimle tavrımı birbirine karıştırmayın. Karakterim benimle ilgilidir, tavrım sizinle...

Derdin varsa Allah'a şikayet etme,derdine de ki benim Allah'ım var!

İlk kez birini anladım canım acımadan, yarını dün yaptım, bugününe dokunmadan...

Türkü yine aynı türkü bir sazlarda tel değişti / Yumruk yine aynı yumruk bir varsa el değişti...

Sellemehısselam gezmek - manasız kelam düzmek

Birgün ruhlar binip gidecekler ebed atına, madde sefaletinden mana saltanatına... (mevlana)

Ey bana kendini büyük tanıtan, halime bak da varlığından utan... (Neyzen Tevfik)

Erciyes Dağına sormuşlar nedir bu havalar diye.. Bulgardağı kuşağımda, Hasandağı taşağımda diye cevap vermiş:)

Aç adam namusunu yer...

Zengin arabasını dağdan aşırır, züğürt düz ovada yolunu şaşırır.

Kötüler kendilerine tahammül edildikçe azarlar. (Tolstoy)

Semer seçilirken eşeğin fikri değil ölçüsü alınır...

Ben umuyorum bacımdan, bacım ölüyor acından...

Rüzgarın önüne düşmeyen yorulur...




17 Ocak 2013 Perşembe

Kader Aynı Son'du


                                                                                                                                                                                                                         
                                                                                                                                               17/01/2013
2013 hızlı başladı tıpkı geçen seneki gibi…

Bir hafta önce bugün yani 10/01/2013’te akşam aniden çalan telefonun ilk sesinde anlamıştım bir tuhaflık olduğunu… Gelen telefonu “tamam” diyerek kapattım ama bu aslında “öfff” demekti. 35 yaşında ihracat firması olan bir adam “sadece bana doğruyu söylesin” diyerek evlenme isteğini bile getirmiş ve akla ilk gelen ben olmuştum. İlk bakışta çok masumane görünen bu isteğin altında hangi alınmış ahlar ve hırsla atılacak adımlar yatıyordu bilmiyorum ama tahmin edebiliyordum. Telefonu, lafları ağzımda geveleyerek –mecburen evet diyerek ama altında “yeni acılar yaşamaktan bıktım siz hala yorulmadınız mı?” diyerek- kapattım. Sonra da dedim ki, “ihracat firması sahibiymiş, yuh artık, olsa olsa çalışanıdır, insanlar ne kadar atıyorlar yaaaa…”

Modern görücü usulünün tanışma ortamı olan faceden arkadaş olarak eklendim. Tip, bugüne kadar alışkın olduklarımdan daha da çirkindi. Zaten ben hiç yakışıklıya rastlamamıştım ki, şaşırtıcı değildi sadece alışkın olmadığım bir yüzdü. Ardından nette ufak bir araştırma yaptım ve 10.000.000 usd ciro civarında bir firmanın sahibi olduğunu ve büyük başarılarının gazetelerde yer aldığını gördüm. Hayret, ilk defa bana verilen bilgiler abartısız doğruydu. İyi de bu işte bir terslik olmalıydı, mutlaka bir eksiklik olmasına kendisini alıştırmış kalbim dehşete düşmüştü. Bu dehşete yavaş yavaş adapte olmak durumundayken beklenen adım gelmediği için –kafama ağrılar girecek kadar beynimi zorladıktan vee ağrı kesicilere muhtaç olduktan sonra – ben ilk mesajı yazdım. Sonra bir daha.. Ve işlerin yoğunluğundan dolayı bir cevap gelmedi.

Aslında cevap gelmemesi çok önemli değildi, sadece tecrübeler geçmişi işaret ettiği için kabuk tutan yaralar sızlıyordu… Sızı her defasında deride değil beyinde atıyordu, katlanıyordu… Oğuzun bıraktığı yarada, her seferinde işlerini bahane edip beni bir başka güne ümitlendirmeye devam yarasının sızladığı gibi… Bir “tık” sonrasında ise;  işten arta kalan zamanlarda zaten bunca seneyi ayrı geçirdiklerimizin acısını çıkartmak için olacak ortak anlarımızın iş nedeniyle ertelendiğini ve giderek yalnızlaştığımı düşündüm. Zaten oluşmamış olan hevesim gitgide kaçtı…


Bunun neden bu kadar büyütülecek bir durum olmasına gelince, şöyle: Aslında yürümeyi bilen bir insan için adım atmak bilinçli yapılan bir şey değildir, otomatik yapar insan bunu. Ama insan arda arda çok düşmüşse ve üstü başı fena halde yara bere içindeyse artık düşmemek için ne kadar dikkatli yürürse yürüsün, kendini yine çukurda bulur ya ben de kendimi bu kadar kişi enkazından sonra elimdekinin kıymetini bilmek için ne kadar özen gösterirsem göstereyim hep aynı sonda buluyordum. Artık kendim olmaktan çıkıp hep bir önceki seferdeki yanlışlıklarımı denemeyeyim derken tuttuğum her yol yeni bir “kayba” sebebiyet veriyordu. “Hayat”lar ellerimde son buluyordu!!! Bir ilişkiyi bile beceremeyen bana armağan: Göksel…

“Senin gökyüzünde benim yerim yoktu, kuru dallarında kanatlarım kırıldı koptu…
Senin toprağında benim yerim yoktu, kader aynı sondu, yazdığı son hikaye buydu…
Yanlış yerde uçuyor bu kuş..
O yüzden yalnız uçuyor bu kuş…”

Silivri'ye Mektuplar -18-


                                                                                                                                                   


                                                                                                                                                   24/11/12

Çelik gibi iradeyi,
Herkese yetebilmeyi
En zor şartta gülümsemeyi
Ben sizden öğrendim. 
Bana bunları öğreten öğretmenimin "öğretmenler günü" kutlu olsun.
İyi ki varsınız...

2012 Kişisel Almanak

2012 Almanak
13.01.2012 Regl
14.01.2012 Grip nedeniyle izin
20.01.2012 Grip nedeniyle izin
21.01.2012 Grip nedeniyle izin
06.02.2012 Regl
07.03.2012 Ahmet Bitti
20.03.2012 Ahmet mesaj
21.03.2012 Soğan Suyu
26.03.2012 Regl
28.03.2012 Soğan Suyu
31.03.2012 Özgür Geldi, arkadaşı rahatsızlandığı için
01.04.2012 Tiyatro Düğün
02.04.2012 Tiyatro Şems
08.04.2012 Soğan Suyu
10.04.2012 Tiyatro Zübük
18.04.2012 Tiyatro Aptal M. Gezen
22.04.2012 Dayım Hastanede
23.04.2012 Regl
26.04.2012 İzin
27.04.2012 İzin
28.04.2012 Dayım Vefat Etti
04.05.2012 Dip Boya
13.05.2012 Soğan Suyu
17.05.2012 Regl
18.05.2012 Bulaşık Mak Tuz
19.05.2012 Annemi yazlığa bıraktım
27.05.2012 Soğan Suyu Bitti
08.05.2012 Regl
09.06.2012 Didim
10.06.2012 Soğan Suyuna Başla
16.06.2012 Yeğenimin Doğum Günü, onun yanındayım
24.06.2012 Soğan Suyu Bitti
05.07.2012 Ahmet son kez aradı
14.07.2012 Akçay
24.07.2012 Tenis ilk ders
27.07.2012 Kardeşim geldi
01.08.2012 Regl
20.08.2012 Bayram
21.08.2012 Bayram
22.08.2012 Yıllık İzin İst
23.08.2012 Yıllık İzin İst
24.08.2012 Yıllık İzin İst
27.08.2012 Regl
06.10.2012 Kardeşim geldi
10.10.2012 Dişçi Diştaşı temizliği
17.10.2012 Boyun İğne Algoloji
18.10.2012 Boyun İğne Algoloji
19.10.2012 Boyun İğne Algoloji
20.10.2012 Şirket Masa Değişikliği
22.10.2012 Regl
25.10.2012 Bayram - Batı Karadeniz Tur
26.10.2012 Bayram - Batı Karadeniz Tur
27.10.2012 Bayram - Batı Karadeniz Tur
28.10.2012 Bayram - Batı Karadeniz Tur
29.10.2012 Cumhuriyet Mitingi
04.11.2012 Hamam
06.11.2012 Hoca
10.11.2012 Araç Vize
16.11.2012 Dudak Isırma
24.11.2012 Yeğen
25.11.2012 Yeğen
24.12.2012 Yıllık İzin
25.12.2012 Yıllık İzin
26.12.2012 Yıllık İzin
27.12.2012 Yıllık İzin
28.12.2012 Yıllık İzin
29.12.2012 Yıllık İzin
30.12.2012 Yıllık İzin
31.12.2012 Yıllık İzin
2012 bitiyor hala aklım geride bıraktıklarımda…
Arkama bakmayacağım, bıraktıklarıma yanmayacağım bir yıla…

10 Ocak 2013 Perşembe

Zaferlere Ödül Yalnızlık


       
                                                                                                                                               10/01/2013    
Bugün öğle arasında, dışardaki soğuğa inat bir sobanın etrafında toplaşan birçok insandan en sona kalan kişi (Fatih) şöyle dedi: “Senin seçimlerinde yanılacağını düşünmüyorum, artık bu saatten sonra neden hayatına birini almak konusunda kararsızsın?” Yiğitliğe leke sürmeyerek ve verdiğim izlenimin bilinçli olduğunu düşünmelerine çabalayarak birşeyler saçmalarken aklım aslında ne kadar vahim bir durumda olduğumu söylüyordu. Zira içimdeki çocuk, kalbimin taaa derinliklerinde saklı kalan iyimser yan “aslında herşeye evet diyecek kadar korunmaya muhtaç olduğumu, bunu hayatıma zorla sokmaya çalıştığım insanların nasıl da çözdüğünü ama nedense bir ilişkiyi bile başaramadığımı itiraf ederken içimdeki  iyi yanı öldürmeye çalışan tecrübelerle büyüyen taraf ise, “çocuğu” gizleyebildiğim için son derece mutluydu. Ne demiş şarkı… Zaferlere ödül yalnızlıktır! Ama sonra da eklemiş :
Geç kalmadan kaybetmeli…

Bense yalnızlıklara karşın kaybetmeleri tercih edemeyecek kadar kırılmışım. Tüm kaybettiklerimin ardından dönüp geldiğim yine – yalnız – bir tek kendimim…