28/1/13
Canımın kanayan yarası Balbayıma…
Uzuuun sürelerdir yazamadım, en nihayetinde “şükür
kavuşturana” diyorum:)
Öncelikle Soner Yalçın’ın çıkışı nasıl bir sevinç yarattı
bünyemde anlatamam… Beynim uyuştu diyebilirim. İşin garip tarafı, çıkışına bu
kadar sevinmenin ardından “ne oluyor, neden salıverildi acaba, işin altında
başka bir iş mi var?” diye de hayıflanıyorum. Tabiri caizde “öküz altında
buzağı arıyorum.”
Soner’in çıkışının ardından onu kanallarda daha çok görmeye
başladık. Hatta ilk defa gördük desem yeri.. Sesi o kadar değişik ki, hep kalın
sesli hayal etmişim ben, hayallerimdekinden tiz çıktı sesi, alışmakta zorluk
çektim açıkçası… Bize yansıdığı kadarı ile Soner, o yaşadığı korkuları
(öldürülme tehditleri, kameralardan uzak kalma çabası vs…) atmış. Silivri, bu
anlamda onun için bir kırılma noktası olmuş sanırım. Artık “bundan daha fazla
batamam herhalde” deyip koyverdi kendini… İyi ki de koyverdi, nasıl özlemişiz
onu, onun gibileri…
24/01/13te Uğur Mumcu’nun katledilişinin yıldönümünde TGB xx sahnesinde bir etkinlik düzenlemiş, cep telefonlarımıza
mesaj ile bildirildi. Ben de Uğur Dündar ve Soner Yalçın ismini duyunca “tabii
ki kambersiz düğün olmaz” deyip iş çıkışı koşa koşa gittim.
Alelacele bir yemek ve ardından bir çay içtikten sonra sanki biletli konsere
gidiyormuşum gibi koyuldum yola. Mekana vardığımda “eyvah” dedim, çünkü
insanlar yollara taşmışlardı. Benim o yemek ve çayla kaybettiğim zamanda
insanlar koltuk aralarına oturmuşlar, koltuklar zaten 18:00 gibi dolmuş. Bize
kala kala kapının yanı kalmış. Öyle ki sahne bile görünmüyor, sadece sesler
duyuluyor… Boy yönünden fazla uzun olmadığım için “işkence” başladı dedim.
Benden sonra gelenler de oldu, ittire ittire balık istifi gibi 1 adım bile olsa
salona girebildik, en azından kapının yanından kurtuldum. Sanırım cm2’ye 3
insan düşüyordu dersem abartmış olmam… Böyle bir kalabalık AKP’nin bedava kömür
kuyruklarında bile olmaz. Bu insanlar oraya bedava bir şey almak için
gitmediler. Üstüne üstlük, saatlerce ayakta ve sırtımda diğer insanların
ittirme baskısını hissederek sadece ve sadece Soner’i görmek için bekledim,
bekledik. Soner’i 20 -30 m uzaktan bile olsa bu kadar yakından görmek nasıl bir
duygu anlatamam.. Çok karizma duruyordu… Birçok sanatçının ardından (Ümit
Zileli de konuşma yaptı bu arada) Uğur Dündar çıktı sahneye ve salon alkıştan
yıkıldı… Fazla konuşmayacağım deyip bir fıkra ile bağladı ki bilmiyorsanız
yüzünüzü gülümsetsin diye hemen yazıyorum buraya :
uğur
Napolyon Bonapart birgün yeniden dirilir ve Obama ile Beyaz
Saray’da yemek yer.. Obama ile karşılıklı kadeh tokuştururlar ve Napolyon der
ki: “Sayın Obama, siz o kadar güçlüsünüz ki, sizdeki silahlar bende olsa
Waterloo savaşını kaybetmezdim”. Obama gülümser, kadehleri tekrar vururlar,
sohbet devam eder…
Bir zaman sonra Napolyon Putin ile Kremlin’de bir araya
gelir. Yine sohbet, yine yemek, yine kadehler… Votkalar… Napolyon der ki :
“Sayın Putin, siz o kadar güçlüsünüz ki, sizdeki nükleer enerji bende olsa,
Waterloo savaşını kaybetmezdim.” Putin gülümser, kadehleri tekrar vururlar,
sohbet devam eder…
Bir zaman sonra da en nihayetinde Ankara’ya gelir. Çankaya
Köşkünde Recep Tayyip Erdoğan ile yemek yenir, sohbet edilir, su kadehleri
tokuşturulur… Napolyon der ki : “ Sayın Erdoğan, siz o kadar güçlüsünüz ki,
eğer sizdeki basın bende olsa idi, Waterloo savaşını kaybettiğimi kimse
duymazdı.”
Artık bunun üzerine Erdoğan gülümser mi, yoksa “daha da
Ankara’ya gelme, sana da ihtiyacımız yok” deyip Napolyon’a Esenboğa
Havalimanını gösterip ülkeden kovar mı bilmiyoruz. Fıkra burada bitiyor.
Uğur Dündar bu fıkrayı anlattığında salonda alkışlar
yırtıldı.. Kahkahalar patladı…
Ardından Soner çıktı, ıslıklar – alkışlar gırla…Sonerin
konuşmasında konu Uğur Dündar’ın artık faal bir rol almasına gelip İstanbul
Belediye Başkan Adaylığına layık görülmesiyle bir alkış daha… Arkamdakiler
bağırıyorlar : “Burası xxx ama biz adamı İstanbul’dan belediye Başkanı
yaparız” Nasıl gülmek, nasıl bir keyifli an anlatamam. O
kadar kalabalığa ve izdihama rağmen insanların sinir olmak yerine espriler yapabildiği
ender ortamlardan biri..
Velhasıl, biz Uğur Dündar’ı İstanbul Belediye
Başkanı seçtik. Keyifli bir gecenin ardından yağmurun ıslattığı yollarda evlere
dağıldık. Ayaklara kara sular inmiş, sırtım itilmekten ötürü felç olmuş halde
de olsa bu ülkenin hala umut vaat ettiğine inandık, inandırıldık.
Bu ortamda vekilimizi unutur muyuz sandınız… Soner
Yalçın “Silivri’dekiler burada, bu ortamda” dediğinde önce “Balbay” adı
bağırıldı, alkışlandı… Ardından Haberal, Fatih Hilmioğlu, Doğu Perinçek, Tuncay
Özkan… Hatta bir ara “Balbay’a özgürlük için pankart açılacak” dediler
arkamızdan ama o kadar kalabalıktı ki, pankart açacaklar salona giremedi. Ümit
Zileli de sizin o günkü yazınıza atıfta bulundu. “Baktılar ki öldür öldür
bedenler ölüyor ama düşünceleri ölmüyor, şimdilerde içeri atıyorlar amaç
ruhları öldürmek“ dedi.
Kimse sizi unutmadı Balbayım… Belki sizi ziyarete gelemiyoruz, her zaman mektup
yazamıyoruz, daha ne yapılması gerektiğini bilmiyoruz ama sizi seviyoruz, sizi
unutmuyoruz. N’olur dayanın, sol memenin altındaki cevahiri karartmayın…
Dünyadan, memleketinden,
insandan umudum kesik değil diye
İpe çekilmeyip de atılırsan içeriye,
Yatarsan on yıl, on beş yıl
Daha da yatacağından başka,
‘Sallansaydım ipin ucunda bir bayrak gibi keşke’’
İpe çekilmeyip de atılırsan içeriye,
Yatarsan on yıl, on beş yıl
Daha da yatacağından başka,
‘Sallansaydım ipin ucunda bir bayrak gibi keşke’’
Demeyeceksin !
Belki bahtiyarlık değildir artık, boynunun borcudur fakat,
Düşmana inat bir gün fazla yaşamak.
İçerde bir tarafınla yapayalnız kalabilirsin,
Kuyunun dibindeki taş gibi.
Fakat öbür tarafın dünyanın kalabalığına öylesine karışmalı ki,
Sen ürpermelisin içerde,
Dışarıda kırk günlük yerde yaprak kımıldasa.
İçerde mektup beklemek, yanık türküler söylemek bir de,
Bir de gözünü tavana dikip sabahlamak
Tatlıdır ama tehlikelidir.
Tıraştan tıraşa yüzüne bak, unut yaşını, koru kendini bitten,
Bir de bahar akşamlarından;
Bir de ekmeği
Son lokmasına dek yemeği,
Bir de ağız dolusu gülmeyi unutma hiçbir zaman.
Bir de kimbilir,
Sevdiğin kadın sevmez olur,
Ufak bir iş deme,
Yemyeşil bir dal kırılmış gibi gelir,
İçerdeki adama.
İçerde gülü, bahçeyi düşünmek fena,
Dağları, deryaları düşünmek iyi.
Durup dinlenmeden yazmayı,
Bir de dokumacılığı tavsiye ederim sana,
Bir de ayna dökmeyi.
Yani içerde on yıl, on beş yıl, daha da fazla hatta geçirilmez değil,
Geçirilir…
Kararmasın yeter ki
Sol memenin altındaki cevahir!
Belki bahtiyarlık değildir artık, boynunun borcudur fakat,
Düşmana inat bir gün fazla yaşamak.
İçerde bir tarafınla yapayalnız kalabilirsin,
Kuyunun dibindeki taş gibi.
Fakat öbür tarafın dünyanın kalabalığına öylesine karışmalı ki,
Sen ürpermelisin içerde,
Dışarıda kırk günlük yerde yaprak kımıldasa.
İçerde mektup beklemek, yanık türküler söylemek bir de,
Bir de gözünü tavana dikip sabahlamak
Tatlıdır ama tehlikelidir.
Tıraştan tıraşa yüzüne bak, unut yaşını, koru kendini bitten,
Bir de bahar akşamlarından;
Bir de ekmeği
Son lokmasına dek yemeği,
Bir de ağız dolusu gülmeyi unutma hiçbir zaman.
Bir de kimbilir,
Sevdiğin kadın sevmez olur,
Ufak bir iş deme,
Yemyeşil bir dal kırılmış gibi gelir,
İçerdeki adama.
İçerde gülü, bahçeyi düşünmek fena,
Dağları, deryaları düşünmek iyi.
Durup dinlenmeden yazmayı,
Bir de dokumacılığı tavsiye ederim sana,
Bir de ayna dökmeyi.
Yani içerde on yıl, on beş yıl, daha da fazla hatta geçirilmez değil,
Geçirilir…
Kararmasın yeter ki
Sol memenin altındaki cevahir!
Nazım Hikmet