Hakkımda

Uzun yıllardır yalnız birinin hikayeleridir bunlar. Kendinizden birşeyler bulmanızı dilerim.

6 Ağustos 2012 Pazartesi

Silivri'ye Mektuplar -7-


Ülkemin “akciğeri”, sevgili Soner Yalçın’a…
Bu size ilk mektubum. Teknolojinin e-mail ve telefon dayatmalarının altında sevgili Mustafa Ağabeyimin (Balbay) “Gülümsemek Direnmektir” kitabını okuyana kadar sizlere mektupla ulaşabileceğimi fark edememiştim. Neyse ki, geç de olsa bu durumu telafi etmeye başladım. Önce Mustafa Ağabeyime, sonra Tuncay Özkan’a ve şimdi de size satırlarımla ulaşmaya, ruhumla destek olmaya çalışıyorum. Çok düşündüm; bugüne kadar kitaplarınızın birçoğunu okumama, size sonsuz güvenmeme, odatv’nin sıkı takipçisi olmama rağmen “acaba neden size en sona bıraktım, önceliği Balbay ve Tuncay Özkan’a verdim?” diye… Hadi sizi biraz güldüreyim J Size karşı inanılmaz bir çekingenlik ve tutukluk yaşıyorum. Tabiri caizse “ödüm kopuyor”J Bunu da -haklı sebeplerinizi bilerek- ekranlarda olmamanıza bağladım. Tuhaf bir şekilde tv insanları bize aşina hale getiriyor ya…Oysa ART’deki programlarından Balbay’ın gülen yüzüne, zeki esprilerine, mülayim ses tonuna alışkınız. Adeta evimizin bir üyesi gibi o. Bu nedenle Balbaya yazarken cümlelerim su gibi akıp gidiyor, sayfalarca yazıyorum. Sağolsun karşılık da verdi mektuplarıma. Nasıl bir mutluluktur anlatamam sevdiği ve ulaşamayacağını düşündüğü bir kişiden mektup almak biz sade vatandaşlar için. Hatta mutluluktan ağladım o el yazısını görünce. Bu yakınlığa istinaden ona çekinmeden yazabilmişim.
Balbayım bu şekilde. Tuncay Özkan’a gelince, onu da çok çok severim, tv programlarına, mitinglerdeki coşkulu konuşmalarına şahit olmuşumdur ama onun coşkulu konuşması, ellerini – kollarını sallaya sallaya açıklaması (maço tavırları) beni bilinçaltımda korkutmuş. Ona yazarken bir yerden çıkıverecek ve “neden bunu yazdın, hiç olur mu?” diye hesap soracakmış gibi geliyor. Kendimi lisede sözlüye kalkmış çocuklar gibi hissediyorumJ Bu durumda Balbay bana ilkokul öğretmenlerim kadar yakın, Tuncay Özkan lisedeki matematik öğretmenim gibi tatlı-sert ve siz ise üniversitedeki Proflarım kadar sert görünüyorsunuzJ Umarım sizinle de bu sıcaklığı ve iletişimi yakalayabileceğiz, umarım siz de bana değerli zamanınızdan bir parça ayırabilirsiniz..Ayırmasanız da canınız sağolsun, ben size yazmaya devam edeceğim.
“Kimse yok mu?” diye ettiğiniz feryadı okuyunca içim parçalandı. Ne zamandır başlayıp başlayıp bitiremediğim mektubumu artık tamamlamanın ve göndermenin zamanının geldiğini gördüm. Kimse yok mu? Var ! Biz varız, ben varım!
Son kitabınız Samizdat’ı henüz okuma fırsatım olmadı. Zira kitabınız evde “paylaşılamayanlar” listesinde ilk sıradaki yerini koruyor. Arabayı bile paylaştık ama kitabı paylaşamıyoruzJ Hikayesi biraz acıklı. Samizdat’ı dayım almıştı Nisan ayında ve bana ne demektir diye sordu. Ben bilemedim, anlattı sözlük anlamını. Ben de ondan öğrendim ve bitirince bana vermesini söyledim. Ne yazık ki ertesi gün kalp krizi geçirdi ve bir hafta yoğun bakım sonucunda vefat etti. Küçük bavulunu açtığımızda en üstte sizin kitabınızı gördüm. Bitirmek kısmet olmamıştı onaL Kitabı hatırası olduğu için annem aldı hemen ve ben okuyacağım dedi. Cenaze işlemleri ve bir sürü gelen gidenin ardından biraz geç de olsa başlayabildi ve sürekli belge koymuşsunuz sanırım, biraz ağır olduğu gerekçesiyle iki ayda bitirdi. Şimdi kitabınız boşa çıktı ve nihayet okuma sırası bana geldiJ Bu arada ben de Che Guevera’nın biyografisini almıştım. Onu bitirince hemen sizinkine geçeceğim. O arada kitabı başka biri (kardeşim) yürütmezse tabiiJ
İşte böyle Soner Yalçın’ım… Samizdat, siz ve dayımın son sorusu benim hayatımda tuhaf bir şekilde birleştiniz. Birleşmeseydiniz de önemliydiniz bizim için zaten. Gündemdeki olayları anlayamadığımızda ya da gündem değiştirildiğini, dezenformasyon yapıldığını, kamuoyu oluşturulmaya çalışıldığını düşündüğümüzde bizim ailede şöyle deriz: “Yorum yapmayalım, Soner Yalçın yazsın, okuruz, nasılsa o en doğrusunu yazar.” Bu ne büyük bir güven düşünebiliyor musunuz? Hiç tanımadığımız bir insana, tüm fikirlerinin altına gözü kapalı imza atacak kadar güveniyoruz biz size. Dedim ya en başta, siz benim çekindiğim ama düşüncelerine yargılamadan inandığım PROF’umsunuzJ
Tecritte tutulduğuzun, su kesintileri ile modern işkencelere maruz kaldığızın farkındayız. Bunlara rağmen bizler için sağlam olmak zorundasınız. Ben buradan size destek olmaya devam edeceğim. Oğlunuz için, sevdikleriniz için, okurlarınız, sizi sevenler için sadece ve sadece ben kalsam bile, benim için oradan sağlam çıkacağınıza inanmak zorundasınız. İnancımızı kaybetmemizi istiyorlar, o zaman gerçekten tutsaklaştıracaklar sizi, bizi. Siz boşverin mahkemelerin tutsaklıklarını, bizim gönlümüzde özgürsünüz. Oysa bir de tam tersi olanlar var. Mahkemelerin özgür bıraktıkları ama bizim vicdanlarımızda tutsak olanlar ! Gerçek hakim zamandır ve zaman gösterecek kimlerin haklı olduğunu.
Satırlarıma, size karşı olan çekingenliğimi hala atamadığımın ve istediğim kadar içten yazamadığım farkında olarak son veriyorum. Yine de mektubumun kalbimden çıkmıştır, kabul etmeniz dileği ile… “Gavur İzmir”den kucak dolusu sevgiler….
(Bu arada Silivri’ye gönderdiğim her mektubu şiirle bitiriyorum. Size bu şiiri gönderiyorum, hicivin güzel örneklerinden, umarım beğenirsiniz)

SİZİNKİ TATLI CAN DA

Görmüyoruz sanmayın iç yüzünü işlerin,
O doğru duruşların, o eğri gidişlerin,
Neler çiğnediğini hiç durmadan dişlerin,
Ne yolda olduğunu o yaldızlı fişlerin,
Biliriz yenileni kuzu mudur, tavşan mı?
Sizinki tatlı can da bizimki patlıcan mı?

Sizler de bizdendiniz, ne çabuk ayrıldınız?
Her biriniz en yüce yerlere kayrıldınız,
Kiminiz doğruldunuz, kiminiz eğrildiniz,
Böylece zevk içinde yaşarsınız, yalan mı?
Sizinki tatlı can da bizimki patlıcan mı?

Ne sorulur bilseydik, amcamız, dayımız mı?
Değilse nemiz eksik aklımız, boyumuz mu?
Yoksa beğenilmeyen bir kötü huyumuz mu?
İnanımız mı bozuk, kanımız, soyumuz mu?
Bizim kanımız başka, sizinki başka kan mı?
Sizinki tatlı can da bizimki patlıcan mı?

Bizler de sizin gibi yorulmak istiyoruz,
Divanda, encümende kurulmak istiyoruz,
İnsanlar sırasında görülmek istiyoruz,
Kırk yıl posteki gibi sürünen de insan mı?
Sizinki tatlı can da bizim ki patlıcan mı?

Süründük bu kadar yıl Aydın'da, Muş'da, Van'da,
Kahve gibi kavrulduk, dövüldük bu havanda,
Şöyle bir yaşamadık Karlisbat'da, Lozan'da,
Fakat arılar gibi çalıştık bu kovanda,
Balı, kaymağı sizin, bize acı soğan mı?
Sizinki tatlı can da, bizimki patlıcan mı? 


NAMDAR RAHMİ KARATAY

Hiç yorum yok: