Ülkemin
“akciğeri”, sevgili Soner Yalçın’a…
Bu
size ilk mektubum. Teknolojinin e-mail ve telefon dayatmalarının altında sevgili
Mustafa Ağabeyimin (Balbay) “Gülümsemek Direnmektir” kitabını okuyana kadar
sizlere mektupla ulaşabileceğimi fark edememiştim. Neyse ki, geç de olsa bu
durumu telafi etmeye başladım. Önce Mustafa Ağabeyime, sonra Tuncay Özkan’a ve
şimdi de size satırlarımla ulaşmaya, ruhumla destek olmaya çalışıyorum. Çok
düşündüm; bugüne kadar kitaplarınızın birçoğunu okumama, size sonsuz güvenmeme,
odatv’nin sıkı takipçisi olmama rağmen “acaba neden size en sona bıraktım, önceliği
Balbay ve Tuncay Özkan’a verdim?” diye… Hadi sizi biraz güldüreyim J Size karşı inanılmaz bir
çekingenlik ve tutukluk yaşıyorum. Tabiri caizse “ödüm kopuyor”J Bunu da -haklı
sebeplerinizi bilerek- ekranlarda olmamanıza bağladım. Tuhaf bir şekilde tv
insanları bize aşina hale getiriyor ya…Oysa ART’deki programlarından Balbay’ın
gülen yüzüne, zeki esprilerine, mülayim ses tonuna alışkınız. Adeta evimizin
bir üyesi gibi o. Bu nedenle Balbaya yazarken cümlelerim su gibi akıp gidiyor,
sayfalarca yazıyorum. Sağolsun karşılık da verdi mektuplarıma. Nasıl bir
mutluluktur anlatamam sevdiği ve ulaşamayacağını düşündüğü bir kişiden mektup
almak biz sade vatandaşlar için. Hatta mutluluktan ağladım o el yazısını
görünce. Bu yakınlığa istinaden ona çekinmeden yazabilmişim.
Balbayım
bu şekilde. Tuncay Özkan’a gelince, onu da çok çok severim, tv programlarına,
mitinglerdeki coşkulu konuşmalarına şahit olmuşumdur ama onun coşkulu
konuşması, ellerini – kollarını sallaya sallaya açıklaması (maço tavırları)
beni bilinçaltımda korkutmuş. Ona yazarken bir yerden çıkıverecek ve “neden
bunu yazdın, hiç olur mu?” diye hesap soracakmış gibi geliyor. Kendimi lisede
sözlüye kalkmış çocuklar gibi hissediyorumJ Bu
durumda Balbay bana ilkokul öğretmenlerim kadar yakın, Tuncay Özkan lisedeki matematik
öğretmenim gibi tatlı-sert ve siz ise üniversitedeki Proflarım kadar sert
görünüyorsunuzJ Umarım
sizinle de bu sıcaklığı ve iletişimi yakalayabileceğiz, umarım siz de bana
değerli zamanınızdan bir parça ayırabilirsiniz..Ayırmasanız da canınız
sağolsun, ben size yazmaya devam edeceğim.
“Kimse
yok mu?” diye ettiğiniz feryadı okuyunca içim parçalandı. Ne zamandır başlayıp
başlayıp bitiremediğim mektubumu artık tamamlamanın ve göndermenin zamanının
geldiğini gördüm. Kimse yok mu? Var ! Biz varız, ben varım!
Son
kitabınız Samizdat’ı henüz okuma fırsatım olmadı. Zira kitabınız evde
“paylaşılamayanlar” listesinde ilk sıradaki yerini koruyor. Arabayı bile
paylaştık ama kitabı paylaşamıyoruzJ
Hikayesi biraz acıklı. Samizdat’ı dayım almıştı Nisan ayında ve bana ne
demektir diye sordu. Ben bilemedim, anlattı sözlük anlamını. Ben de ondan
öğrendim ve bitirince bana vermesini söyledim. Ne yazık ki ertesi gün kalp
krizi geçirdi ve bir hafta yoğun bakım sonucunda vefat etti. Küçük bavulunu
açtığımızda en üstte sizin kitabınızı gördüm. Bitirmek kısmet olmamıştı onaL Kitabı hatırası olduğu için
annem aldı hemen ve ben okuyacağım dedi. Cenaze işlemleri ve bir sürü gelen
gidenin ardından biraz geç de olsa başlayabildi ve sürekli belge koymuşsunuz
sanırım, biraz ağır olduğu gerekçesiyle iki ayda bitirdi. Şimdi kitabınız boşa
çıktı ve nihayet okuma sırası bana geldiJ Bu
arada ben de Che Guevera’nın biyografisini almıştım. Onu bitirince hemen
sizinkine geçeceğim. O arada kitabı başka biri (kardeşim) yürütmezse tabiiJ
İşte
böyle Soner Yalçın’ım… Samizdat, siz ve dayımın son sorusu benim hayatımda
tuhaf bir şekilde birleştiniz. Birleşmeseydiniz de önemliydiniz bizim için
zaten. Gündemdeki olayları anlayamadığımızda ya da gündem değiştirildiğini,
dezenformasyon yapıldığını, kamuoyu oluşturulmaya çalışıldığını düşündüğümüzde
bizim ailede şöyle deriz: “Yorum yapmayalım, Soner Yalçın yazsın, okuruz,
nasılsa o en doğrusunu yazar.” Bu ne büyük bir güven düşünebiliyor musunuz? Hiç
tanımadığımız bir insana, tüm fikirlerinin altına gözü kapalı imza atacak kadar
güveniyoruz biz size. Dedim ya en başta, siz benim çekindiğim ama düşüncelerine
yargılamadan inandığım PROF’umsunuzJ
Tecritte
tutulduğuzun, su kesintileri ile modern işkencelere maruz kaldığızın
farkındayız. Bunlara rağmen bizler için sağlam olmak zorundasınız. Ben buradan
size destek olmaya devam edeceğim. Oğlunuz için, sevdikleriniz için,
okurlarınız, sizi sevenler için sadece ve sadece ben kalsam bile, benim için
oradan sağlam çıkacağınıza inanmak zorundasınız. İnancımızı kaybetmemizi
istiyorlar, o zaman gerçekten tutsaklaştıracaklar sizi, bizi. Siz boşverin
mahkemelerin tutsaklıklarını, bizim gönlümüzde özgürsünüz. Oysa bir de tam
tersi olanlar var. Mahkemelerin özgür bıraktıkları ama bizim vicdanlarımızda
tutsak olanlar ! Gerçek hakim zamandır ve zaman gösterecek kimlerin haklı
olduğunu.
Satırlarıma,
size karşı olan çekingenliğimi hala atamadığımın ve istediğim kadar içten
yazamadığım farkında olarak son veriyorum. Yine de mektubumun kalbimden
çıkmıştır, kabul etmeniz dileği ile… “Gavur İzmir”den kucak dolusu sevgiler….
(Bu arada Silivri’ye
gönderdiğim her mektubu şiirle bitiriyorum. Size bu şiiri gönderiyorum, hicivin
güzel örneklerinden, umarım beğenirsiniz)
SİZİNKİ
TATLI CAN DA
Görmüyoruz sanmayın iç yüzünü işlerin,
O doğru duruşların, o eğri gidişlerin,
Neler çiğnediğini hiç durmadan dişlerin,
Ne yolda olduğunu o yaldızlı fişlerin,
Biliriz yenileni kuzu mudur, tavşan mı?
Sizinki tatlı can da bizimki patlıcan mı?
Sizler de bizdendiniz, ne çabuk ayrıldınız?
Her biriniz en yüce yerlere kayrıldınız,
Kiminiz doğruldunuz, kiminiz eğrildiniz,
Böylece zevk içinde yaşarsınız, yalan mı?
Sizinki tatlı can da bizimki patlıcan mı?
Ne sorulur bilseydik, amcamız, dayımız mı?
Değilse nemiz eksik aklımız, boyumuz mu?
Yoksa beğenilmeyen bir kötü huyumuz mu?
İnanımız mı bozuk, kanımız, soyumuz mu?
Bizim kanımız başka, sizinki başka kan mı?
Sizinki tatlı can da bizimki patlıcan mı?
Bizler de sizin gibi yorulmak istiyoruz,
Divanda, encümende kurulmak istiyoruz,
İnsanlar sırasında görülmek istiyoruz,
Kırk yıl posteki gibi sürünen de insan mı?
Sizinki tatlı can da bizim ki patlıcan mı?
Süründük bu kadar yıl Aydın'da, Muş'da, Van'da,
Kahve gibi kavrulduk, dövüldük bu havanda,
Şöyle bir yaşamadık Karlisbat'da, Lozan'da,
Fakat arılar gibi çalıştık bu kovanda,
Balı, kaymağı sizin, bize acı soğan mı?
Sizinki tatlı can da, bizimki patlıcan mı?
NAMDAR RAHMİ KARATAYGörmüyoruz sanmayın iç yüzünü işlerin,
O doğru duruşların, o eğri gidişlerin,
Neler çiğnediğini hiç durmadan dişlerin,
Ne yolda olduğunu o yaldızlı fişlerin,
Biliriz yenileni kuzu mudur, tavşan mı?
Sizinki tatlı can da bizimki patlıcan mı?
Sizler de bizdendiniz, ne çabuk ayrıldınız?
Her biriniz en yüce yerlere kayrıldınız,
Kiminiz doğruldunuz, kiminiz eğrildiniz,
Böylece zevk içinde yaşarsınız, yalan mı?
Sizinki tatlı can da bizimki patlıcan mı?
Ne sorulur bilseydik, amcamız, dayımız mı?
Değilse nemiz eksik aklımız, boyumuz mu?
Yoksa beğenilmeyen bir kötü huyumuz mu?
İnanımız mı bozuk, kanımız, soyumuz mu?
Bizim kanımız başka, sizinki başka kan mı?
Sizinki tatlı can da bizimki patlıcan mı?
Bizler de sizin gibi yorulmak istiyoruz,
Divanda, encümende kurulmak istiyoruz,
İnsanlar sırasında görülmek istiyoruz,
Kırk yıl posteki gibi sürünen de insan mı?
Sizinki tatlı can da bizim ki patlıcan mı?
Süründük bu kadar yıl Aydın'da, Muş'da, Van'da,
Kahve gibi kavrulduk, dövüldük bu havanda,
Şöyle bir yaşamadık Karlisbat'da, Lozan'da,
Fakat arılar gibi çalıştık bu kovanda,
Balı, kaymağı sizin, bize acı soğan mı?
Sizinki tatlı can da, bizimki patlıcan mı?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder