Hakkımda

Uzun yıllardır yalnız birinin hikayeleridir bunlar. Kendinizden birşeyler bulmanızı dilerim.

15 Kasım 2012 Perşembe

Silivri'ye Mektuplar -16-


                                                                                                                         İzmir, 15/11/2012

Balbay'a...

Çok çok uzun zamanlardır yazamadım size.  Bu “uzuuun zamanlar” içerisinde aslında sizin bana yazmanızı bekledim. Sizden gelen o ilk ve tek mektubu aldığım zamanki sevincimi düşündükçe anlatamam hayatımın ne kadar hafiflediğini… Yüreğimin nasıl yüreğinize değdiğini… Hayatıma nasıl yön verdiğinizi… İstedim ki bu sevinçler bir iken iki olsun, iki iken üç olsun, hep daha fazla temas kurayım sizinle, daha çok haber alabileyim. İlk zamanlar koşarak gidiyordum eve, acaba kapıda zarf bulur muyum diye… Hani çok güvendiğiniz bir sınavın sonucu final listelerinde aramak vardır ya üniversitede… Aynen öyle. Sonraları gitgide azaldı heyecanım, umutsuzluğa dönüştü. Sonraları da küskünlüğe.. Size komik ve saçma gelecek ama evet küstüm size:)  “Şimdi noldu da peki, barıştın benimle?” diye soracak olursanız, hemen onu da anlatayım:) En çok size yazmakla birlikte Tuncay Özkan, Soner Yalçın’a da mektuplar gönderdim. Hem de birçok kez.. İstedim ki onlardan da bir cevap alayım, değişik kişilere dokunayım, nasıl onlar benim hayatıma dokundularsa yazıları ile ben de bu karanlığın içerisinde “ben buradayım” diyebileyim. Ama ilginçtir ki, hiçbirinden yanıt gelmedi. Sonra anladım ki, asıl olan yanıt vermemek. Tabii onlar da haklı, bütün gün kitaplar, savunmalar, aile – sevgili özlemleri arasında her gelen mektuba yanıt verilmez ama ne bileyim siz bana yanıt verdiniz ya, demek ki verilebilirmiş diye düşünmüşüm. Daha önceki mektuplarımda ben “iklimimin insanı” yazmıştım size, kuru kuruya söylenmiş bir kelime değildi o…  Gerçekten “aynı” olduğumuzu ilk ve tek mektubunuzla bir kez daha idrak ettim. İşte bu kanıta tutunarak yargılamamın da sonucuna geldim. Dedim ki kendime: Zaten sen onu diğerlerinden daha çok seviyor musun, evet seviyorsun, daha çok inanıyor musun, evet inanıyorsun, o da bunu cevap vererek kanıtladı mı, kanıtladı.. Eee o zaman iddia makamının başka söyleyecek sözü yoksa yaz kızım, “karar” dedim :
“ Sanık Mustafa Balbay’ın zaten adaletsiz bir adaletin içerisinde yıllardır verdiği çaba göz önüne alınarak, gönüllerde  aklanmasına ve bu küskünlüğün tamamlanmasına ayrıca gönül muhakemeleri kanununun ilgili maddesinin bilmem kaçıncı bendi gereğince sanığın serbest kalmasına karar verilmiştir.” :):) O an hafifledim. Dedim ki “inşallah gerçek olur bu, ben başlattım allahım sen devam ettir, nihayetine erdir.”
Tam da bu olayların arasında odatv’de yeni kitabınızın haberini almaz mıyım? Kitabın mektuplarla ilgili olduğunu öğrendiğim de küllenmiş olan heyecanım yeniden tavan yaptı. Acaba dedim, benimki de var mıdır içlerinde? O bahsettiğim final listesinde kendi notunu aramak heyecanı yeniden düştü yüreğime.. 13 Kasım’ı iple çektim. Baktım ki İzmir’e gelmemiş, hemen internetten sipariş verdim, inanmazsınız, 2 saatte bir internetten siparişimin durumuna bakıyorum. Bugün 15 Kasım ve kitap kargoya verildi. Elime geçeceği zamanı iple çekiyorum. Bana kalırsa ben yokumdur o şanslı azınlık mektup seçmeleri arasında, ama yine de bir merak işte… Anneme sordum, “sence ben var mıyımdır?” diye..  Kısa ve öz konuştuJ “5 ya da 6 mektup yazdın/30.000 az bir şans, ümitlenme” dedi.
Bu size bu heyecanlı ruh halimle yazdığım barışık mektubum. Bu kadar barışık ve sevgi dolu mektubu çalıştığım iş yerinin otoparkında, kapkaranlık ve sessiz bir ortamda yazıyorum. Öğle yemeğimden çaldığım bir zamanda, aracın içini aydınlatan cılız bir tavan lambası altında.. Kağıdımın altında, yazdıklarıma destek olsun diye, Uğur Mumcu’nun okumakta olduğum Liberal Çiftlik kitabı… (Yazım çok çirkin olduğu için sonra burada yazdıklarımı bilgisayarda temize geçiyorum) Vee eğer ki bu kadar merakla beklediğim kitabınızda beni bulamazsam her an yine küsebilirim diye kendimden de korkuyorum, acil ilgi bekliyorum:)
Bu arada anneniz ve babanızla yapılan röportajı da okudum gazetede. Nasıl ağladığımı anlatamam, ciğerim yanıyor… Size ve onlara bunlar yapıldıkça kendime Başbakan’ın dediği gibi “kinini unutma” diyorum. Tabii hicven söylüyorum bunu, yoksa böyle hissetmem mümkün değil.
Mektubumu bu kez bir şarkı ile bitiriyorum. Belki dinlemişsinizdir daha önceleri..  Candan Erçetin…
İşte ben böyle bir hal içindeyim…
Aslında derin keder içindeyim…
Bazen bilmeyerek ne yaptığımı
İyi – kötü – güzel – çirkin her biçimdeyim.
Bazen isyan edip yaşananlara, düzene karşı ince bir sitem içindeyim…

Hiç yorum yok: