18/11/12
Yüreğimin yüreğine değdiğine inandığım
çok kıymetli Balbay’ıma;
Bu mektup; onuncu mektubum ve aynı
zamanda teşekkür mektubumdur…
Son kitabınız “O mektubu Yazan
Bendim”i nasıl merakla beklediğimi anlatmıştım size geçen defa. O mektubumu
gönderdikten 1-2 saat sonra kargo geldi, hemencecik açtım paketi ve “içinde ben
var mıyım?” diye gelişi güzel baktım sayfalara. Kendimce 2011-2012 başlığı
altında olabileceğini düşündüğüm yerde göremeyince üzüldüm açıkçası ve dedim
ki, madem Mustafa Ağabey kitaba beni almamış, aldıklarına bakalım benden fazla
ne yazmışlar ki kitaba girebilmişler? Ben de bunda sonra onlar gibi yazayım…
Öğle yemeği arası geldi, hemen kitabı alıp otoparka indim ve cılız tavan
lambası altında kitabı okumaya başladım. Açılış mektubu gözlerimi yaşartmaktan öte
beni sızım sızım ağlatan bir mektuptu. Dedim, “gülen sen bu kadar içten
yazamamışsın, kabul et”. Sonra sayfaların devamı geldi, öğle arası bitti, akşam
oldu eve geldim. Televizyonu açmadım, oturdum kitabın başına bir an önce sizden
daha fazla haber alayım diye. Sayfaları çevirdim, çevirdim, okudum okudum, bir
çay demledim, çayı içerken okuduklarım bana bir yerden tanıdık geldi. “Aaa, herhalde
çay koyarken sayfaları karıştırdım, aynı sayfayı tekrar okuyorum” dedim,
kontrol ettim, yoo sayfa doğru, bir de baktım benim mektubummmm! O mektubu
yazan bendim! Ellerim titredi, gözlerimden yaşlar geldi, kalbim küt küt atmaya
başladı. Sanki siz koskoca bir konferans salonundasınız, salon Balbay - Balbay
diye inliyor ve o sırada ben kürsüdeyim sizi anons edeceğim, aynen öyle bir
heyecan.. Dizlerimin bağı bile çözüldü… Kalkamadım yerimden. Ama hemen
toparladım kendimi ve bu mutluluğu paylaşabileceğim ilk kişi olan annemi
aradım. Saat gece 23:00 ve annem çoktan uyku boyutuna geçmiş. Uzun uzun çaldırdım
telefonu, açtı, “kızım iyi misin bu saatte?” dedi. “Anneeee, kitapta ben de
varım” dedim. “Yaaa, ödümü kopardın ama, çok tebrik ederim, oku bakayım azıcık
ne yazmıştın” dedi. “Olmazzz, sen okuyup bulacaksın hangisi benim olabilir
diye, öyle kolaya kaçmak yok” dedim.
Mektubumun gençler kısmında yer
almasına gelince… Nasıl gurur duydum beni genç görmenize nasıl… Ben bile
kendimden ümidi kesmiştim genç olarak. Nedenine gelince (…) 2008 yılında babamı
kanserden kaybettikten sonra nüfustaki yaşın önemi olmaksızın kendimi ihtiyar
ilan ettim. Bizi bu kadar fırtınalardan koruyan “kahraman” babamı tam “herşeyi
yoluna koyduk, rahata erdik” dediğimiz zamanlara taşıyamadık ya, nasıl bir
sızıdır bu tahmin bile edemezsiniz. İşte tüm bunlardan dolayı kendimden, gelecekten,
mutluluktan, bu ülkeden ümidi kestim derken siz beni “genç” saymışsınız ya, ben
kaybettiğim bu kadar yaşam sevincine rağmen size içtenliğimi, heyecanımı, bana
verilen ismin anlamını yansıtabilmişim ya, gerçekten sevindim… Hani demiş ya
Mahzar Alanson: Benim hala umudum
var, isyan etsem de istediğim kadar…
Güzel günler bizi bekler, “eyvallah” dersin olur, biter…
İştee böylee kıymetli ağabeyim. Bu
kadar hayat hikayesi ve ömür detayından sonra bence aramızdaki bağı bir düğüm
daha sıkılaştırdık. Müsaadenizle bunu bir de resimle ölümsüzleştirelim istedim.
Ama çözünürlük berbat. Gerçekten yanyana olacağımız zamanlara kadar bu resimle idare
edebiliriz diye düşündüm.
Son olarak, kitapla ilgili yorumum şu
ki; dert babası olmuşsunuz. Derdi olan size gelmiş, derdi “siz” olan gelmiş… Bu
sevgi artsın eksilmesin, herkes sizi en az ben kadar sevsin !
Veee onuncu mektubu bitirirken
gelelim kelimelerin beynimde düğümlendiği en zor kısma. Bana -yukarıda- ifade
etmekte zorlandığım duyguları yaşatan, hiç görmediğim ama hiç ayrılmamışçasına
yanında olduğumu hissettiğim size, teşekkürüme… Kitabınızda bana da bir yer
verdiğiniz için… Size yapılanları bize yapılmış kabul edip “yanınızdayız”
dediğimizde uzattığımız eli boşta bırakmayıp kendinize çektiğiniz için… Kazandırdıklarınız,
koruduklarınız, satmadıklarınız için… Size yolladığım Rudyard Kipling’e ait
“Adam Olmak” şiirinde tarif edildiği üzere “adam nasıl olunur?” gösterdiğiniz
için… Bir kere bile olsa şüphe duymamıza neden bırakmayacak kadar “temiz”
olduğunuz için…
Şükranlarımı sunarım, hayat size hep
ama hep gülen yüzüyle baksın…