Hakkımda

Uzun yıllardır yalnız birinin hikayeleridir bunlar. Kendinizden birşeyler bulmanızı dilerim.

22 Eylül 2014 Pazartesi

Sonlar Aynı Çıkmazlarda

Kendimi senden alıp yine yeniden hayata başlayabilmek için taaa Karadeniz'e gittim. İyi geldi gelmesine ama her anında yine sen vardın...Fonda çalan Volkan Konak, Şevval Sam, Kazım Koyuncu şarkılarında ya da Yasemin Yıldız "Sen Yarim İdin" türküsünde ağlamadan duramadım.. Çıktığım yaylalarda, yaptığım yürüyüşlerde, sanki seni bir an unutursam diye tetikte bekleyip bana yeniden hatırlatırcasına karşılaştığım trekkingcilerde hep sen vardın.. Bir süre sonra direnmekten vazgeçtim, sana kapılıp seni bekledim.. Biliyorum bunca çağrışım boşuna değildi ve gelecektin... 

Geldin.. 11/8/14 günü meğer aylardır beklediğim gündü, yaşamadan bilemedim... Bu sefer herşeyin farklı olacağına olan inançla, eskileri kapatıp sana tekrar "evet" dedim... Sen de uslanmışa benziyordun, dersler çıkartmış, sakinleşmiş, beni özlemiştin.. Umutlar yine oradaydı, tecrübeler umursanmadı ve yine bir yola başlandı... Eski defterleri açmamak adına, geçmiştekiler konuşulmadı, sadece bir cümle ile "bu sefer daha yavaş, daha temkinli gitme kararı" alındı..

Çok özlediğim için ilk zamanlar sarılmak istedim hep... Sımsıkı sarılmak ve öylece kalmak.. Hatta "yüreğim yüreğine değiyor şu an farkında mısın?" diye bile sordum... Gelen cevap "yüreklerimiz ters tarafta, değemez" idi. Her sarılmak isteyişim "nolur sarılma, sıcak" diye ötelendi... Oysa ben ter kokunu bile özlemiştim, bunu anlayabilen kafa o vücuda ait değildi... Elele tutuşmalarımız dışarda mümkün olduğunca azdı... Hoşlanmıyordu, o kadar'dı ! 

İlk haftasonumuz birbirimizden ayrıydı ve bu nedenle kavgasızdı. 

İkinci haftasonumuz; dalışa ayrılmıştı. Ama geç kalktın, kalkamadın, uyuyakaldın, acıktım, kahvaltımı ediyorum kararı yüzünden birden şiddetli kavgaya dönüştü... Sonuç: ayrılmanın eşiği...

Üçüncü haftasonumuz; bir öncekinin verdiği küskünlüğü aşmak ve spontane olarak İzmir fuarında zaman geçirmek idi. Sana oradan Karadeniz Sürmene'de bakıp bakıp alamadığım bir bıçak aldım, hediyemi istemedin, bir şekilde parasını verdin. Ertesi gün tekne turu vardı ve ona gidilmek zorundaydı. Bir anda iptal oldu plan ve ertesi gün Urla'ya denize gitmeye neşeyle karar verdik. Sonunda işler yoluna giriyordu, umutlarım tam gaz devredeydi. Beni daha önceki sevgilinle gittiğin bir yere götürdün, önemli mi değildi bilmiyorum ama bunu da umursamadım. Denize geldiğimizde oturacağımız yer, yiyeceğim yemek, yeri beğenmemem ve gidelim tekliflerim  susturuldu, neyin kafasını yaşıyordum ki ben?, gelinmişti ve bir daha akşama kadar gidilmeyecekti... Sessizce ağlamalarım ve bir süre sonra yine kendi kendime "yanımdasın" diye bir teselli bulup sana sarılmalarım yapmacık geldi... Herşeyim hatalıydı... 

Dördüncü haftasonumuz; yürüyüşün vardı ve kesin gidilmeliydi. Oysa ben yıllık izine çıkacaktım ve sadece senin yürüyüşün yüzünden 1,5 günü burada aptalca geçirmek zorunda kaldım. Tahmin edilen üzere; yine kalkamadı, yine plan sarktı, yine cinlerim havalandı ve sadece "daha uyuyacak mısın?" sorum nedeniyle öncesindeki "günaydın"ım ve birkaç cümlem dikkate alınmadan "böyle mi uyandırılır insan" diye hayvanca bağırmaların eşliğinde heba oldu... Birkaç saatlik kavgadan sonra artık pes edip şehri terketmeye karar verdiğimde çok garip bir biçimde beni yarıyoldan çok da sakin bir ses tonuyla döndürebildin. Demek ki isteyince yapabiliyordun. Bir de hala içim sana inanmak istiyordu... Yol, tatsızlığımızın kırıntıları arasında biterken hala yeni bir başlangıca inanıyordum. Ertesi gün kısacık ada turumuz "huzur batıyor" kavgasında benim sessizliğim ve gözyaşlarım arasında biterken aslında birlikteyken ne kadar mutsuz olduğumuzu ve her andan bir kavga yaratabileceğini, her fikrimin seni çok irrite edebileceğini fark ettim. Cunda'ya kadar gidip Şeytan Sofrası'na çıkmadan saçma sapan bir klisenin keşfiyle arabanın çizdirilmesi ve hararet yapması içinde, ani frenlerle ve "sen ne istiyorsun?" bağırmalarıyla son buldu. Oysa tek istediğim yolun kötüleşmesi nedeniyle daha fazla gitmeyelim,geri dönelim teklifimdi.. Gerekçe olarak elimde bilimsel veriler olmadığından "bu şekilde hissediyorum" çok hafif bir mazeret olarak geldi ve dikkate alınmadı ama sonunda haklı olduğum ortaya çıkınca "hisssetmek çok saçma, böyle bir açıklama olmaz" la geçiştirildi...Anayolda arabayı hor kullanmadan sıkılıp benim direksiyona geçmem nedense gururunu çok kırdı. Bunca şey bende hala gurur bırakırken senin bunda kırılman gerçekten tuhaftı... Katıla katıla ağladın.. Ben ki, herkesin derdine canım yanar, senin gözyaşlarına zerre kadar inanmadım ama inanmadığım için yine kendimi suçladım..

Beşinci haftasonu; ayrı olduğumuz için kavgasızdı.

Altıncı haftasonu; yeni bir iş için bir haftadır yoktun ve ben seni nedense hiç özlemediğimi fark ettim. Seni görmek bile istemiyordum aslında, seni öpmek bile birşeyi kımıldatmıyordu içimde. Öylesine yaşıyordum, yanımdaydı, çok istemiştim ikinci bir şansı Tanrı'dan, işte bu şans adına şükür ediyordum ama sanki yılların bıkmışlığı vardı üzerimde... Sanki yılların yorgunluğu... Seni alana karşılamaya gidemedim, gitmedim. İnsan sevgilisini karşılamaya koşarak gider değil mi, isteyemedim! Ertesi gün sana sürpriz yapıp güzel vakit geçirmek adına Karagöl'e gitme planım faciaya dönüştü. Bana tabelaları takip etmeni istediğim için "bağırma bana" diye hayvanca böğürüp bilmediğim yolda navigasyonunu zar zor açman ve "bilmiyorsan yollara çıkmayacaksın öğütlerin" zaten direksiyonda zorlanan ellerimi titretti. Oraya daha önce dolmuşla gittim ve sana sürpriz yapmak için ilk defa tek başıma gidişimdi... Tabelalar yüzünden senin arabadan inmek isteyişin ve benim de rest çekişimle son buldu.  Ardımdan alan yüz şeklini görünce tamamen korktum. Yanımızdan geçen arabalar bile bize baktılar...

İnsanların cinsel sorunları, aldatmaları, sağlık problemlerini aştıkları bir dönemde bizim tabelalar, sunduğum öneriler vs. gibi sudan sebeplerle bu derece şiddetli kavga edişimiz, senin bana bağırırken yüzünün aldığı hal, şişen damarların, beraberce hiç güldüğümüz bir anımızın olmaması, bir olayı kapatıp bir daha ki sefere şu planlamaya, saate dikkat edeyim diye düşünememen ve hep geç kalışların bizi yeniden ayrılık noktasına getirdi. Dün sana yüzüne bakarak "ben ayrılmak istiyorum" diyebildim, bunu gerçekten istedim çünkü yanımdayken beni sinirden ve korkudan titreten bir adamdansa yalnız ama huzurlu olmayı istedim. Kucağımda bir çocukla bu durumu yaşamaktansa şimdi yalnız kalmayı tercih ettim. 

Biliyorum yine seni özleyeceğim, biliyorum yine zaman kötüleri unutturacak, iyiler ve hayalimde yarattığım ideal kişilik senin suretinde can bulacak, biliyorum yine şarkılar beni ağlatacak, biliyorum.... Unutmayayım diye bu satırları yazıyorum. Sana hiçbir şey anlatamadığım, birlikte olduğumuz zamanlar sadece saçma sapan detaylardan, dünyanın yıkıldığı anda yapılacak olan şeylere dair düşüncelerinden veya kendi işinle ilgili süreçlerden konuştuk. Bir süre önce sana hiçbir şey anlatmadığımı fark ettim, oysa ben ne çok konuşurdum...Sana hediye ettiğim şarkı bile beğenilmedi. Sana hediye ettiğim ne beğenildi ki? Atkı küçük bir hediye idi, şarkı kötü, şiir kitapları gereksiz, topladığım kozalak kendimi kandırmam idi... Her şeyin bir kusuru vardı. 50 sene birlikte olmanın hayalini kuruyordun, bırak 50 seneyi, biz 5 ay bile kalamadık bir arada.. Konu şarkı, tabela, erken kalkma, geç kalma değildi. Konu iletişimsizlikti. O kadar okullar okuyan, diplomalar sahibi, kurslar fatihi olan, iş hayatında aktif iki insanın iletişimsizliği idi. Kağıt üzerinde tüm özellikleri ile mükemmel bir çift olarak görünen iki kişinin gerçekte ettiği değerdi...